“Evet, o yiğidi bugün kesin göreceğim..."

A -
A +
Ne büyük özlem, kaç yıllık bir hasretlik Allah’ım? Islak gözlerini bu kaçıncı silişti?
 
Can çıkmadan umut da bitmiyor. İşte, ne zamandan beri gördüğü rüyaları yine görmeye başlamıştı genç kız. Ne büyük özlem, kaç yıllık bir hasretlik Allah’ım? Islak gözlerini bu kaçıncı silişti? Sayacak hâli yoktu ya... Ellerini yüzünden henüz çekmişti ki Kızılhan’ın tâc kapısından çıkanları gördü, dikkatlice baktı. “Evet, kesin o yiğidi bugün göreceğim. Şimdi çıkacak! Buna öylesine inanıyorum ki adım gibi!”
“Üst üste gördüğüm aynı düş ve aynı yiğit, yalan olamaz ya!” diyordu. Hayallere daldığı kütüklerin üzerinden kalktı. Bahçe duvarının en uç noktasına kadar yürüdü. Kem gözlerden kendini gizleyerek hedefine iyice kilitlendi. Elinde olmasa göz kapaklarını bile oynatmayacaktı. Ama ne mümkün onlara fazla sözü geçmiyordu. Avını bekleyen bir kedi gibi iyice siperlendi. Üşümemek için ellerini ayaklarını ovmanın dışında yavaş ve hareketsizdi. Kapı önündekiler, bir umut ışığı gibiydiler.
Dışarı çıkan iriyarı pehlivanlar, duvar önlerinde ileri geri geziniyor, üşüyünce de tekrar içeri kaçıyorlardı. Mahperi, “Yaşlı sahibim gelmeden o civanı bir görebilsem gam yemeyeceğim!” derken ağır adımlarla bir, iki delikanlının daha çıktığını gördü. Kalbi küt küt atmaya başladı. Evet; bıyıkları yeni terlemiş gencin yanındaki o yiğit, defalarca rüyalarında gördüğüydü. Saçı, kaşları, bıyıkları, gülümsemesi, boyu, posu ve hatta elbiseleri bile aynıydı. Handan çok çıkanlar da oldu. Fakat onun gözü başkalarını görmüyordu. “Evet, çok farklı ve diğerlerine de hiç benzemiyor, bu bir Türk olmasın?” diyecekti. Aklından geçenlere güldü. “Türk’ün burada işi ne? Mühim olan aradığım insan olması...”
Hanın tam karşısında bir kızak duruyordu. Belli ki bir yerlere gidecekti. “Bâri bir tanıdığım olsaydı da ondan her şeyi öğrenseydim!” diye düşünürken Doğan Bey ve arkadaşları kendine doğru yöneldiler... Birden fenalaştı, rengi sarardı. Gözlerini daha fazla açtı. Hızla çarpan yüreği, sıtma tutmuş gibi her tarafını titretiyordu. Ellerini göğsüne koydu. Günlerdir köşe bucak beklediği yiğit bu tarafa doğru geliyor, bahçe duvarına iyice yaklaşıyordu.
“Acaba yine rüyada mıyım?” kuşkusuna kapıldı. Ayakta ve ayazda hiç düş görülür müydü? İliklerine kadar üşüdüğünü hissediyor, tir tir titriyordu işte. O hayalleriyle muharebedeyken Doğan Bey, arkadaşlarıyla Mahperi’nin siperlendiği bahçe duvarını okşayarak evlerinin önüne kadar gelmişti çoktan. Yaşadıklarına inanabilmesi kolay değildi. Uzaktan görmeye bile razıyken bahçede ve hatta evlerinin içine girmek üzere olan civanı nasıl karşılayacak ve de ne diyecekti? Derdini acaba anlatabilecek; maksadına kavuşacak, muradına erecek miydi? Soruları dağılan zihnini iyice allak bullak etmişti.
Farkında olmadan kanatırcasına elini ısırdı. Gördüğü serap değil, hakikatin tâ kendisiydi. O hayal âlemindeyken kahramanı burnunun dibinde bitivermişti birden. Sevinçten, şaşkınlıktan dizlerinin bağı çözüldü. Hemen olduğu yere çöktü. Kütüklerin arkasında kaldıklarından birbirlerini göremiyorlardı. Lâkin kapının önünde neler olabileceğini çok iyi tahmin ediyordu. Yaşlı Rüstem Bey kapı önüne çıkmıştı.
“Buyurun beyler! Şöyle içeri girin...”
“Rahatsız etmiyoruzdur inşallah…”
“Misafir bizim başımızın tâcıdır evlât. Ne demekmiş rahatsızlık? Kendi evinize giriyormuş gibi olun lütfen..”
“Teşekkür ederiz Bey.” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.