Ziyaret Dağı, bulutlar içinde kaybolmuş gibiydi

A -
A +
Etrafı açık külrengi sisler sarmış, sanki gökle yer Ziyaret Dağı ile birbirine birleştirilmişti. 
 
Kışın her tarafı tertemiz beyaz çarşaf gibi örttüğü karın göz kamaştıran pırıltıları, baharın yeşilin onlarca tonunun iç içe geçtiği ormanların, envaitürlü çiçeklerle bezeli bağ, bahçe, çayırların, şırıl şırıl akan ırmak ve çağlayanların süslediği Kilikya topraklarının bu huzurlu ülkesi büyüdükçe büyüyor, genişledikçe genişliyordu. İdare edenler becerikli ve âdil, her dinden ve her dilden ahali ise oldukça çalışkan, birbirine saygılı ve mesuttu.
Memleketin gelenek hâlini almış âdetleri, töreleri sayılmayacak kadar çoktu. Bunlardan biri de; padişahla birlikte halkın her baharın ortalarında, sabah erkenden Ziyaret Dağı’na çıkmasıydı.
Bu sene de herkes, bu önemli güne haftalar öncesinden hazırlanmıştı. Alıştıkları, bildikleri şekilde kimi atla, merkeple, kimi öküz, bazıları at arabasıyla, daha fakir olanlar ise yaya olarak, seher vaktinde yola koyulacak, gün doğmadan zirveye varıp uygun bir çimenlikte mekân tutacaklardı.
Rüzgârın ıslık çalarak estiği göz alabildiğine uzanıp giden üzeri kısmen düzlük bu tepeye erken varan aileler, umumiyetle billur gibi bir kaynak suyunun yakınını kapmaya çalışır, arabaların ön kısmını çadır gibi diker; üzerini halı, kilim, hasır, keçe ve mis gibi bahar kokan geniş yapraklı otlarla örtüp geçici barınak oluştururlardı. Ziyaretçiler, böylece çoluk çocuklarını hem rüzgârdan hem de güneşten korumuş olur, görevlerini huzur içinde yaparlardı…
Bugün, Ziyaret Dağı’nın tepesi bulutlar içinde kaybolmuş gibiydi. Etrafı açık külrengi sisler sarmış, sanki gökle yer Ziyaret Dağı ile birbirine birleştirilmişti. Pek sevdiği ve güvendiği maiyetini ardına alan güngörmüş tecrübeli Padişah, herkesten önce cins kır atına binmiş, sisler arasına çoktan dalmıştı.
Şehirden zirveye doğru keyifli bir yolculuk oluyordu. Kıvrım kıvrım dolanan, yer yer uçurumların kenarından, sarı mayıs çiçeklerinin süslediği yemyeşil çayırlardan, tepesi göğe uzanan ağaç dallarının altından, yalçın kayaların aralarından geçen yol; erkenden peş peşe sıralanmış at, araba ve rengârenk giyinmiş, çoluk çocuk, kadın ve erkeklerle doluydu. En geç kuşluk vaktine kadar tamamlanacak bu tırmanış, uzaktan bakılınca karıncaların aralıksız birbirlerini takip ettikleri izlere benziyordu.
Güneşin, altından oklar gibi sarı ışıklarını olanca gücüyle ovanın içine doldurduğu bu sımsıcak mayıs günü, zarif Beyaz Konak’ın ışıl ışıl bir odasında camı tıklatan serçenin sesine uyanan Gülşah, gözlerini ovuşturarak pencereye döndü. Aklına bir şey gelmiş gibi üzerindeki pembe yorganını fırlatarak koştu camları açtı. Başını uzattı. Kocaman mavi bir kubbe gibi duran gökyüzüne baktı. Telâşlandı. “Aman Allah’ım ben ne yapmışım?” diye söylendi. Aceleyle sırtına aldığı yerlere kadar uzanan mor kadife sabahlığının önünü ilikleyerek avluya çıktı. Koşar adımlarla merdivenleri inerken beline kadar uzanan koyu kumral saçları savruldu. Önüne gelen ilk kapıyı itekledi. Bir başka kapıyı, daha başka bir kapıyı zorladı ardına kadar açtı. Kimsecikler ortalıkta görünmüyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.