“Haydi söyle Emir’im ben nerede hata yaptım?"

A -
A +
Konu baş belâsı hâdiselerden açılınca Sultan’ın kısa süren huzuru hepten kaçmıştı...
 
 
İç ve dış düşmanların şerrinden neşeleri kaçmışken bir nebze olsun tebessüm bile dünyalara bedeldi. Elin beş parmağı gibi insanlar da bir değildi. Onun için hizaya getirmek kolay olmuyordu maalesef. Birinin ak dediğine diğeri kara diyordu. Herkes kendince haklı ve de doğru yoldaydı.
Konu yine bu baş belâsı hâdiselerden açılınca Sultan’ın kısa süren huzuru hepten kaçmış, hiddetlenmişti yine.
“Haydi söyle Emir’im ben nerede hata yaptım? Kusurum nedir?”
“Vaki olanda hayır vardır Hünkârım…”
“Nasıl ‘hayır vardır’ diyeyim ki?”
“Beterin de beteri var Sultanım...”
“Doğru dersin Emir’im, doğru da, benim nefsime itimadım yok!”
“!!!”
İnanamıyordu bir türlü olup bitenlere. Güneşi önlerine alıp yaşlı bir çınarın sütre gerisinde oturdular. Az sessizlikten sonra Sultan, aklına bir şey gelmiş gibi birden kalktı. Kurumuş bir dal parçasını eline aldı. Karşı duvara kadar gitti.
“Siz oturun!” diyerek Emir Hazretleri’nin hamlesine fırsat vermedi. Bir şeyleri göstererek ve yere çeşitli şekiller çizerek anlatmaya çalışıyordu ki Çakır Vezir duvarın öbür ucunda göründü. Padişahla kurmuş olduğu samimiyet, her hâlükârda belliydi. Selâm verip, el etek öptükten sonra destur isteyip yeni duyduğu bazı önemli havadisleri anlatmaya başladı.
“Devletlû Sultanım, Timur denilen herif, tıpkı ataları Cengiz Han gibi tek kelimeyle bir cambaz. İslâmiyet’e hizmet ediyorum diye Anadolu’daki beylerin birçoğunu kandırıp yanına almış. Kara Yusuf Beyi, Ahmet Celayır Sultan’ın alelacele iadesini ve tabii ki bendenizi de âdâba ve de insafa, izana sığmayacak bir cüretkârlıkla istemekte. Dahası da var; sizi de küffârla iş birliği yapmakla ve tekfur olmakla itham ediyormuş. Edepsize bak hele!”
“Evet! Gönderdiği paçavralarda da öyle yazıyor!”
“Korktuğumuz başımıza geldi Sultanım!”
“Neden korkarmışız?”
“Ağzım kurusun! Söylemek istemezdim ama maalesef Erzurum, Erzincan alınmış. Sivas düşmek üzereymiş!”
“!!!”
“Size Kostantiniyye’yi aldırmayacak bu İslâm düşmanları…”
“Bârî-i teâlâ ne demişse o olur vezir efendi.”
“!!!”
“Gözlerine de mi itikadın yok bre vezir! Kör müydün ne zamandır? Osmanlı mülkünü idare edenleri ve edilenleri de görmektesin? Söyle, var mı öyle dediğin şeylerden?” diyecek oldu. Yutkundu, sustu şimdilik. Adamı geldiğine, anlattığına bin pişman edecekti ki hiddetine hâkim oldu. Fakat elbette enayi de hiç değildi. Ona zihnen bir pusu kurdu. Sakin görünmeye ve hâlinden memnun olmaya çalıştı. Gayet tatlı bir hâl aldı. Hayvanlarda ruh olmadığını söylemeye ne hacet vardı. Bu gibi vahşi mahlûkatın maneviyat haricinde tıpkı nebatat yani bitkiler gibi yaşadıklarını vurgulamaya çalıştı.
“Bendeniz de bu fikirdeyim devletlûm…” diye atılıveren Çakır Vezir’in yüzüne karşı; “Sen yalan söylüyorsun!” demedi yine de Yıldırım Han. Kollarını önünde birleştirdi. Duvara doğru yaslandı. Şahâne gözlerini gök gözlerine çevirdi. Dik dik baktı. Kalın yay kaşlarını çattı.
“Ben bu densizin hezeyanlarına lakayt kalamam.”
“Beyazıt Han’ımız’a da o yakışır Sultanım!”
“Haddini bilmeyene, bildirilir vezir efendi!” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.