“Can kardeşim Gülşah aklımdan hiç çıkmıyor!"

A -
A +
Kaç gündür Sarıkız çok durgun, Meryem ise hüngür hüngür ağlıyordu...
 
  Padişahı istediği kıvama getirme sevinciyle daha fazla ileri gidip ağzını açmadı. Taşı gediğine koymak için uygun fırsatı kolluyordu. “Gülşah Hanımefendiyi de Temur’un adamları kaçırmış diyorlar. Tabii ki içeriden yardım edenler de varmış devletlûm!” “!!!” “Kara sevdalısından da…” Daha fazla ileri gitmemesi için sözünü kesen Yıldırım Han; “Devlet adamının en mühim hususiyeti de sır saklamaktır! Bunu da bilirsin değil mi?” “Dünyada o kadar meçhul var ki Devletlû Sultanımız. Bildiklerimiz bunun çok azı, hatta zerresi bile değil…” diyen Çakır Vezir’e dönen Yıldırım Han sözlerinin devamında; “Saf adamların din ve dünya saadetleri için her şey yapılmalı ama itikadları bozulmamalı, inançları sarsılmamalıdır. Her hakikati bilmek mecburiyetinde değiller. Sakın burada söylediklerini başka yerlerde söyleme! Varsın kendi âlemlerinde huzurlu olsunlar onlar.” “Beli Sultanım…” Her konuşulan şey Yıldırım’ın Timur Han’a karşı hıncını kamçılıyor, öç alma duygularını kuvvetlendiriyordu. Onu geldiği yerlere geri gönderme, Müslümanları şerrinden koruma, kollama duyguları son sınırına dayanmıştı artık. Bu durumdan en çok memnun olan da Çakır Vezir’di hiç şüphesiz. Acı çekiyor, üzüntü duyuyor görünmek için dilini ısırdı. Ağzı kan dolmuş vaziyette yüksek müsaadelerini isteyerek uzaklaştığında tarifsiz hazla birlikte ne hinlikler düşünüyordu?
              *** Kaç gündür Sarıkız çok durgun, Meryem ise hüngür hüngür ağlıyordu, fevkalâde korkmuş ve ürkmüştüler bir kere. Yaşadıklarından dolayı sağlıklı düşünemiyor, kafalarındaki muhtelif sorulara ise uygun cevap bulamıyorlardı gözyaşlarından maada. Bundan sonraki gelişmelerin artık önüne geçilemeyeceğine inanıyorlardı. Kendilerine “ahretliğim” diye kalpten seslenen canı gibi sevdikleri Gülşahları yoktu işte. Bütün güzel duygularla inşa etmiş oldukları Bursa’daki yeni dünyaları, olanca şiddetiyle başlarına yıkılmıştı. Meryem içinden; “Ne yaptım da bunlar başımıza geldi?” diyordu. Sarıkız dalgınlığından kurtarma için arkadaşını ikaz etti: “Bozuk bir şey yemiş ispinoz gibi ne dertleniyorsun Meryem?” “Hiç!” “Ağlamak da düşünüp kahırlanmak da çare değil biliyorsun!” diyen Sarkız’a; “Can kardeşim Gülşah aklımdan çıkmıyor! Kendimi tutamıyorum…” “İnşallah ona kimse bir şey yapamayacak…” “İnşallah… Ama çok endişeliyim akıbetinden!” “Ben değil!” “Ya öldürülmüşse!” “İyi şeyler hayal et!” “Nasıl iyi şeyler? Yarın Doğan Bey gelip de bulamazsa evinde...” “Doğan Beyimizin geleceğini de kim söyledi? Gülşah’a bu fenalığı yapanlar, ona kim bilir neler yapmıştır? Sarıkız da artık fazla dayanamadı. O da bırakıverdi kendini. İnci gibi yaşlar yanaklarında derecikler oluşturmuştu her ikisinin de. Beylerini sefere gönderdikleri günden beri üçü de beraber kalıyordu. Kocalarının yokluğunu hissetmeden ne güzel günler geçirmişlerdi güle oynaya. “Âh! Âh, fırsatçılar! Fitneciler!” diyerek hıçkırıklara boğuluyorlardı... Kederleri büyük ve derin, çıkış yolu ise hiç görünmüyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.