Devletşah Hatun ile kerimesi Hundî Sultan geliyordu...

A -
A +
Haneleri gece gündüz boş durmayan bu dostlar, gelenleri de vakarla kabul ediyorlardı.
 
Hoşgörü, sadâkat ve maharetleriyle tanınan Gülşah’ın annesi Hüsnâ Hanım, Matlube Ananın yanından hiç ayrılmıyor, birbirlerine destek oluyorlardı bu zor günlerinde. İşte yine Doğan Bey ve Gülşah’ın bir hâtırasıyla karşılaşınca fenalık geçiren can arkadaşını kollarının arasında uyandırmayı başarmıştı.
Haneleri gece gündüz boş durmayan bu dostlar, gelenleri de vakarla kabul ediyorlardı. İki bağrı yanık ananın acılarını dindirmek için nice bey, paşa, ulema hanımları seferber olmuştu. En başta ise hiç kuşkusuz Yıldırım Han’ın muhterem zevceleri Devletşah Hatun ile kerimeleri Hundî Sultan geliyordu. Olay gününden beri sabah akşam, sessiz sedasız ve merasimsiz gelir gider, aileyi yalnız bırakmazlardı.
“İdareciler, kılı kırk yararcasına her işlerinde tedbiri elden bırakmamalarına rağmen hesapta olmayanlar da oluyordu böyle. Ziyaret Dağı’na çıkış her sene olduğu gibi yapılmış; eksik gedik hiçbir şey bırakılmamıştı. Kimin nerede, ne zaman, neyi, ne şekilde yapacağı, yolculuğun seyri ve buluşma noktaları en ince ayrıntılarına kadar tafsilatlı olarak belirlenmişti. Bütün bunlara rağmen Gülşah’ın başına gelenler sıradan bir iş değildi mutlaka. Onun şahsında koca devlet ve Yıldırım Han küçük düşürülmüş veya tahrik edilmek istenmişti” diye düşünerek konağa giren Devlet Hatun’u birkaç hizmetçiyle birlikte Hundî Sultan takip ediyordu. Uşakların etrafında pervane olup hizmette yarışmalarına, edeple muhabbet ve hürmetlerini arz edenlere aldırmadan ilerledi. Karşılamaya gelen Matlube ve Hüsnâ Hanımlara sarıldı şefkatle ve bütün samimiyetiyle. Aklı ise bir şeye kilitlenmiş, tek meseleyle meşguldü. Gülşah gibi birine kim, nasıl musallat olmuş, ne diye tuzağa düşürülmüştü? Hedef, Gülşah’ın şahsında başka ne olabilirdi? Doğudan Yıldırım Han’ın topraklarına giren Timur, durmadan ilerliyordu. Ondan kaçan sultanlar, emîrler, beyler, vezirler ve halk, batıya doğru büyük bir göçün geldiğini, tarifsiz bir izdihamın yaşandığının haberlerini veriyordu. Padişah, bu beklenmedik felâketi, tehlikeli musibeti durdurmaya uğraşırken bir de içeriden hançerlenmek, can evinden vurulmak ağır geliyordu doğrusu.
“Siz müsterih olun. Yıldırım Han’ımız lazım gelen bütün tedbirleri aldı. Yiğitler yiğidi oğlum Ertuğrul Beyi büyük bir orduyla şarka gönderdi bile. Yakında Sivas’ta olacak, zalimlere hak ettikleri cezayı verecek inşallah…”
Sözünü bitirmeden Hanım Sultan’ın ayakta durduğu kanepenin tam karşısındaki sırmalı mavi atlastan perde kımıldadı. Beyaz tülbentleri yerlere kadar uzanan iki güzel gelin Sarıkız’la Meryem, ellerinde kocaman billur tabaklar, kristal bardaklarla, rüzgârsız havada uçuşan kelebekler misali süzülerek içeri girdiler. Gözleri önde yürüyüp kanepenin önüne yakın diz çöktüler saygıyla ve edeple. Devlet Hatun eliyle memnuniyetini işaret ettikten sonra;
“Biz de leyl ü nehâr, her hâlükârda yanınızda olacağız. Gülşah bizim de kızımız. Dert de, dava da önce Yıldırım Han’ımızın ve aile efradınındır. ‘Hep birlikte üstesinden geleceğiz evvel Allah. Bu böyle biline ve dahi böyle inanıla…’ der devletlû Hünkârımız, başımızın tacı Hakanımız…” dedi ve her zaman yaptığı gibi vişne rengi kadife şilteli divana oturdu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.