“Beyler, mazlumken zalim durumuna düşülmektedir!"

A -
A +
Günler geçip gitse de onların hasreti, üzüntü ve kederi bitmek bilmiyordu.
 
Devlet Hatun, sağdaki mindere de biricik kızı Hundî Sultan’ın oturmasını işaret etti.
Sonra Meryem ile Sarıkız’a bakarak, onların nereden nereye geldiklerinden, ibretlik yükseliş hikâyelerinden, dünyanın geçici ve aynı zamanda bir imtihan yeri olduğundan, öldükten sonraki ebedî hayata hazırlanmanın lüzumundan dem vurdu bir gönül adamı hassasiyetiyle ve inancıyla. Tane tane, sükûnetle ve herkesin anlayacağı dille konuşuyor, her kelimesinde ise hafifçe başını sallıyordu vakarla.
“Bu badireyi atlatabilmek için demir gibi kavi yürek sahibi olmak lâzımdır. Gayet dürüst, yalan dolan bilmez, Allahü teâlâdan korkan, utanan, aklı başında, dünyayı ve nefsini iyi tanıyan ve her şeyden ziyade dinini, devletini, milletini sevenlerden olmamız lâzımdır. Bu olduktan sonra gam çekmeye ne hacet…” diye sözlerini noktalarken Devlet Hatun, bir nebze de olsa vazifesini yapmanın rahatlığı içindeydi bugün de...
          ***
Günler geçip gitse de onların hasreti, üzüntü ve kederi bitmek bilmiyordu. Süleyman Çelebi, her fırsatta belki bir iz, bir işaret bulma ümidiyle Beyazıt Paşa’yla birlikte Yıldırım Han’ın bizzat alâkadar olduğu arama faaliyetlerine katılıyordu gece, gündüz... Erkekler dışarıda, hanımlar evlerde alev alev yanıp yakınıyor, bu hesapta olmayan musibetten halâs olmaları için dua üstüne dua ediyor, sultana her hâlükârda tam destek olmaya çalışıyorlardı.
Bu arada ‘kaş yapayım derken göz çıkarma’ kabilinden nahoş şeyler de olmuyor değildi. Askerlerden bir kısmı şüphelendikleri birkaç evi ateşe vermişler, sipahiler ise çevredeki isyankârlara baskın üzerine baskınlar tertip etmişlerdi. Hisleriyle hareket edenleri gören ve umumî durumu müşahede eden Emîr Hazretleri fevkalâde üzüldü:
“Bre beyler, paşalar bilür müsünüz ki iş haddini aşmakta, mazlumken zalim durumuna düşülmektedir. Doğan Beyimizden de Gülşah Hanım kızımızdan da kayıp olmaların dışında ‘Cenâb-ı Allah korusun’ hiçbir kötü haber yoktur. Ola ki iyi durumda bulunalar. Biz yaptıklarımızdan pişmanlık duymayalım sonra. Her şey Rabbül âleminden. Veren de o, alan da... Elbette bir fitneci var. Ama kim? Meçhul!” diye başlayıp devam eden açıklamalarından sonra her şüpheliye eziyet etme faaliyetleri de bıçakla kesilmiş gibi durdu. Bu alınan mesafe iyiyse de Gülşah’ın geri getirilmesine veya akıbetinin ne durumda olduğunu öğrenmeye kâfi gelmiyordu...
Nereden nasıl çıkmışsa bir kaç sözdür yayıldı gitti halk arasında. 
“Birilerine göre Gülşah’ı, güya gençlik sevdalısı Erkara Bey dağa kaldırmışmış. Bazılarına göreyse Timur Han’ın adamları kaçırmış. O nerede bir güzel dilber varsa araştırır, bulur ve haremine götürmeyi büyük bir maharet addedermiş… Dünyanın birçok yerinden güzellerin listeleri varmışmış. Şu ana kadar haremine götürülenlerin haddi hesabı yokmuş. Mışmış da mışmış! Falan, filân…”
Bir sürü aslı astarı olmayan söylentiler ki ardı arkası gelmiyor, bitmek tükenmek bilmiyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.