Olup bitenlerin manevi tarafını düşünüyordu…

A -
A +
Cevap vermedi, biraz düşündü, yutkundu kendi küçük, yüreği büyük Ali.   Ali konuştukça Hasan Dede'nin hayranlığı bir kat daha artıyordu. O ara evlâtları da geldi. Akşam vakti, uzun yol ve yorgunluğu da hesaba katarak yiyecek bir şeyler de getirmişlerdi. Ali’ye de ikram ettiler. Bir taraftan meşrubatlarını yudumluyor diğer taraftan Ali’nin hararetle anlattıklarını dinliyorlardı: - Efendim, şehirde olduğuma bakmayın, ben bir köylü çocuğuyum. Babam… - Biz de öyle sayılırız be evlât. Benim de dedem gelmiş köyden. Evet, baban nerede, ne iş yapar? - Bir müddet çalıştı, alnının akıyla... - Eee! Şimdi… - Şey! - İstemezsen söyleme, mühim değil, senin gibi bir evlât yetiştirmiş ya! - Estağfirullah efendim. Babam çalışmıyor… - Ben de onu soracaktım. Şimdi ne yapıyor? Sizin gibi birinin babası çok muhterem, pek kıymetli biri olmalı diye düşünmüştüm, yanılmamışım. En kısa zamanda onunla tanışmak isterim. Yaşamış olmaktan ziyade hatırlamak acı veriyordu mazidekileri... Bu fâni dünyada beden derin bir yara aldığında bunu iyi etsek bile nasıl izi kalıyorsa, o yara izi hiç silinmiyorsa büyük acılar da öyleydi... Onları hatırladıkça yara tazelenir ve kanardı! Hiçbir zaman tam mânâsıyla unutulamazdı! Zamanla kabuk tutan yaralar hep böyle üzeri açılınca ızdırap veriyordu. Ali, babasından bahsedilince biraz üzülse de anlattıkça açılmaya başladı, sözü de değiştirmek istiyordu: - Biliyor musun efendim? Buraya gelebilmek için şartları zorladım, ısrar ettim, nihayet muvaffak oldum. - Kapı samimiyetle ve devamlı çalınırsa er geç açılıyormuş evlât. - Israr etmeyi sevmem amma… - Haklısın evlat! Bazen çok basit mesele için de kıymetli zamanlar alınıyor. - Çok ciddi işlerimizi tehir etmek mecburiyetinde kalıyoruz efendim. - Bir çocuk için hiç de hoş olmayan durum. - Siz de bilirsiniz ki çocukların dünyası farklı. - Bilmez olur muyum? Sana bir şey anlatayım! - Zahmet olmasın. - Ama iyi dinle, anlatacaklarım mühim… - Anlatınız efendim, memnuniyetle... Benim vaktim hem var, hem de yok! Bilmem neden, merak da ediyorum anlatacaklarınızı! - Bekleyenin falan var mı? Bir mâni yok değil mi? - Sabaha kadar yolu var, lakin... - Lakini de ne? O kadar hazırcevap olsa da durakladı. Cevap vermedi, biraz düşündü, yutkundu kendi küçük, yüreği büyük Ali. Bu merhamet, şefkat, cömertlik timsali çocuk, candan bir akraba, kırk yıllık dost, en iyi komşularından biriymiş gibiydi Hasan Dede'ye göre. Olup bitenlerin manevi tarafını düşündü… Herkes birinin duâsını almak için yarışırken “Ben de bu yavrunun duâsını alayım bari” dedi içinden. Ummadığı bir zamanda, beklenmedik hadiseler, bu tanımadığı çocuğu karşısına çıkarıvermişti. Son derece sevimli, oldukça akıllı… Yalnız başına dolaşan bu asil insan, aynı zamanda mektepte olması lâzım gelirken sokaklarda ne işi vardı? Öyle rastgele gezip tozan ipsiz sapsız bitirim hâli de yoktu. Bu çocuk kimdi, kimin nesiydi? Bir asalet vardı ama, ya bu hâli?!.. Hasan Dede, kendi acılarını çoktan unutmuş, bu bilmeceyi çözmeye iyice odaklanmıştı. Küçük kahraman Ali’yi yakinen tanımaya pek kararlıydı… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.