Baharın güzelliği insana yaşama sevinci veriyordu

A -
A +
Sanki her yer, her şey kalın kışlıklarını çıkarıp atmış, rengârenk yazlıklarını giyinmişti.
 
Köyün çocukları arasında en sevimli olandı Numan... Yaşıtlarından herkes onunla arkadaş olmak, kuzu otlatmaya birlikte gitmek, birlikte çelik-çomak oynamak istiyordu ama onun oyun ve eğlencede gözü yoktu. Kuzu çobanlığına başlayalı birçok dost kazanmış, çevresi çocuklarla dolmuştu. Bu kadar çabuk ve çok sevilmesini gören Zülküf ise âdeta ateş püskürüyordu ona. Elinden gelseydi bir kaşık suda boğacaktı. Onun babası da tekin biri değildi zaten! Hiçbir ciddi sebep olmadığı hâlde Koyunlucalıyı kıskanır, ayağının tökezlenip eziyet çekmesinden zevk alırdı. Tarlasına, çayırına, bağına, bostanına verdiği zararların haddi hesabı yoktu. Demek o da babasının izinde gidiyordu. “Sıçandan doğan; davarcık keser. Armut dibine düşer. Çocuk; ana babasına benzer” atasözleri bu durumdakiler için mi söylenmişti yoksa?
Bahar güzelliği insanda yaşama sevinci veriyor. Çevre cıvıl cıvıl… Sanki her yer, her şey kalın kışlıklarını çıkarıp atmış, rengârenk yazlıklarını giyinmişti. Tabiat; baştan ayağa kıpır kıpır canlanıvermişti.
Masal âlemindeymiş gibiydi küçük Numan. Kuşlar, kelebekler, arılar, sayısız karınca, cennet böcekleri oradan oraya koşuyor, harıl harıl çalışıyorlardı. Bir kına taşını oynatırken yeşil bir kertenkele süratle uzaklaştı. “Korkuttum mu yoksa? Ah yazık!” dedi, peşi sıra bakakaldı. Kuzucuklarının meleşmesine, dalgınlığından uyandı. Koştu, henüz yeni doğmuş, “Sütbeyaz” ismini verdiği kuzucuğunu kucağına aldı. Parlak tüylerini incitmeden okşadı. Başını kaşıdı, sevdi.
Güneşin tesiriyle karlar; eriyip yüce dağların doruklarına çekilince, köylüler de dedelerinden öğrendikleri gibi mal-davar, tarla, çayır, bağ, bostan işlerine başlamışlardı. Duracak vakit değildi. Küçük Numan’a aile içi iş bölümünde kuzuları otlatmak, vaktinde emzirmeye getirip götürmek, onların kaybolmamasına göz-kulak olma vazifesi düşmüştü. İşini pek severek yapıyordu. Her şeyde bir hikmet arıyor, kendince de buluyordu.
Yeşil deryasına dönmüştü her taraf. Bütün canlılara “ben de buradayım, sizinle birlikteyim” der gibi bir hâl içinde olan küçük Numan; bulunduğu tepedeki büyük bir kayanın üzerine çıktı. Bacalarından duman eksik olmayan köyünü, kırları, önünde uzayıp giden tarlaları, uçsuz bucaksız çayırları seyreyledi… Çubuk Çayı, güneş ışıklarıyla ayna gibi parıl parıl parlıyordu. Her taraftan envaiçeşit kuş sesi geliyordu. Kırlar allı, morlu çiçeklerle bezenmiş, bahçelerdeki güller açmış, etrafa mis gibi kekik ve gül kokuları yayılıyor… Ara sıra nereden geldiği belli olmayan hafif bir esinti; hoş kır kokularıyla yanaklarını okşayarak uçup gidiyordu bilemediği yerlere doğru. Yalancı bir Cennetin içindeymiş gibi kendini son derece mesut ve huzurlu hissederken; “Numan! Hey Numan oğlan!” sesine irkildi, geri döndü, dikkatlice baktı. Gelen köyden yaşıtı; Zülküf’tü…
- Ne var?
- Ne olacak! Seni yalnız gördüm yanına geldim!
- Buyur! Hoş gelmişsin Zülküf.
- Hiç de hoş gelmedim!
- O ne biçim lakırtı Zülküf?
- O biçim işte! DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.