Ağzından, burnundan gelen kanlarla, yüzü kıpkırmızıydı

A -
A +
 “Ah acelecilik!” diye mırıldandı. Evet, buna da şükürdü… Beterin beteri vardı…
 
Epey arkadaşının başında bekleyen Numan, gömleğini çıkarıp yüzündeki, vücudundaki kanlarını sildi. Zar zor kendine gelen Zülküf, yerinden kımıldayamıyordu. Hakikaten kemikleri mi kırılmıştı? Ağzından, burnundan gelen kanlarla, yüzü kıpkırmızıydı. Ufukta güneşin battığı yere, oradan da baş ucunda sessiz ağlayan Numan’a gözlerini çevirdi. Hazin hazin baktı. Yürüyecek hâli olsaydı, hayvanlarını bile almadan köyün yolunu tutacak, hemen evine kapağı atacaktı. “Ah acelecilik!” diye mırıldandı. Evet, buna da şükürdü… Beterin beteri vardı…
Küçük Numan, arkadaşının toparlanıp kalkmasını beklerken içinden:
“Kendini bil! Haddini bil! Lafını, sözünü bil! Gücünü, kuvvetini bil! Ne olduğunu bil! Ne olacağını da!.. Sen seni bil, vesselâm!” deyip duruyordu.
İleride “SEN SENİ BİL SEN SENİ” kelimeleri ağzında pelesenk olacak, kim bilir ne mana yüklü şiirler söyleyecekti?
Çivit mavisi gökyüzünde, beyaz bulutların öbek öbek kümelendiği bu bahar günü; Güneşin kızıl hüzmeleri; köyün üzerine üzerine görünmez altından birer ok gibi yağıyordu. Küçük Numan; bir müddet sonra Zülküf’ün belinden tutarak kaldırdı. Önce onun hayvanlarını topladı, sonra kendininkileri. Koluna girerek yavaş adımlarla, kuzucuklarını önlerine katıp evlerinin yolunu tuttular.
Fazla koşturmaktan mı ne yorgun bir hâli vardı Numan’ın… Sanki merkepten düşen kendisiydi. Uzaklara baktı, çok uzaklara… Hiç gelmeyecek birini bekler gibi… Aklı fikri arkadaşında, kim bilir içinde ne güneşler doğuyor, ne güneşler batıyordu. En beyaz bulutlardan gökyüzüne muhabbetten kocaman bir ev yaptığını kim bilebilirdi…
Sebebini bilmediği bir hüzünle gözleri dolmuştu. “Dayan ey Numan dayan” dedi. Ve kimseler görmesin diye yaşlarını kirpiklerine bağladı yaşı küçük, aklı büyük çocuk…
                                          ***
                             EVDE TELAŞ VAR
İbret-i âlem için şu ağaçlar, çiçekler, kuşlar, börtü-böcekler,
İsyankâr olup tövbe etmeyenler; acı azap görecekler.


Aylı, yıldızlı bir akşam geceye doğru, maviden laciverde renk değiştiriyordu. Karanlığın kalın kabuğu; Zülfadl köyünün üzerine atlas bir örtü gibi gerilmişti. Uzun ince boylu bir kadın yaklaştı tahta kapının eşiğine. Oldukça dinç görünüyordu... Görebileceği kadar çok uzaklara baktı, çook derinlere... Kaybettiği mühim bir şeyini arar gibi bir hâli vardı. Elleri kuşağında, kafası başka âlemlerde neler düşünüyordu, neler... Canından birer can olan evlatları için saçını süpürge etmenin huzuru okunuyordu saf, temiz, nurani yüzünde... “Bu dünya fanidir, güvenme sakın! Geçici şeylerle övünme sakın! Aklı olan, buna gönül bağlamaz, En sonunda pişman olup ağlamaz...” dedi, aklına ne geldiyse gülümsedi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.