"Müderris efendiler gibi konuşuyorsun İbrahim!"

A -
A +
Yaşı küçük olsa da ufku geniş, hayalleri çok büyüktü...
 
 
Abdullah:
- İyi de seni anlayamıyorum! Hem soğuk, hem dışarı… Donarız ya!
- Öyle ya tedbir almazsak donarız!
- Hem tasdik ediyorsun, hem bir hareket yok!
- Haklısın Abdullah! İşte benim içim faklı şeyler söylüyor, dışım daha farklı! Aldırma!
- Nasıl aldırmam? Müderris efendiler gibi konuşuyorsun!
- Güldürme beni Abdullah! Ben kim, müderris olmak kim?
- Dedim gitti İbrahim!
- !!!
Sustu İbrahim, daha söyleyecekleri vardı aslında ama bazı şeyleri içine akıtıverdi. Yaşı küçük de olsa ufku geniş, hayalleri çok çok büyüktü. Ağır adımlarla kenara çekildi, arkadaşı geldi peşinden, yan yana durdular. Sessizlik hâkimdi bulundukları yere. Derin, anlatılmaz hislerle doluydular.
Kar yağması hafifledikçe, ayaz da artıyordu. Her ne kadar “hava sıcak” dese de evler, ağaçlar, uzaktan dağlar üşüyordu ona göre… Ne varsa soğuktu, her şey buz tutmuştu. Hisleri, duygu ve düşünceleri açığa çıkınca pek titredi, sarsıldı, sustu. Zaten böyle olmuyor muydu? Önce söz sonra peşi sıra derin bir sükûnet geliyor ve bütün hayallerini soğutuyor, donduruyordu. Sadece ağızlarını kapamışlardı. Konuşmayı kara ve kışa bıraktılar, hâkimiyet onlardaydı. Ellerindeki lavaş dürümüne teslim ettiler içlerindekini…
Anacığı aklına gelince, babasının uzakta olduğunu düşününce daha çok titriyor, daha da üşüdüğünü hissediyordu İbrahim. Ona göre her şeyi; aklı, fikri, izanı, elleri ayakları… Ne düşünebiliyor, ne ölçebiliyor, ne tartabiliyor, ne de… Devasa buzlara yatırmışlardı yürekçiğini sanki. Kalbi gibi beyni de buz tutmuştu İbrahim’in. Sızlıyor derinden bir yerleri ama neresi olduğunu tam kestiremiyordu. Hayali donuyordu göz bebeklerinde… “Nasıl çözülür buz tutan bir kalp? Bilmiyorum! Düşündüklerim taş kesilmiş! Yolum pus tutmuş, tipi-boran içinde kayboluyorum!” dedi, Abdullah’ın kolundan tutarak dışarı çıktılar.
Kaybolmuşluğun çukurlarında, kendini arıyordu. Gücünün kuvvetinin bir şeye yetmediğinin farkındaydı. “Ah!” çekti derinden. “Düşündüklerimi yapmak cesaret ister! Gel gör ki o da bende yok!” dedi, inledi. O, yalnızlığın kuyusuna gömdüğü düşüncelerinden de ürküyordu.
 
Sen Hakka tevekkül kıl,
Tefvîz it ve râhat bul.
Sabr eyle ve râzı ol!
Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler…
             ***
Zaman ne de çabuk geçmişti. Ortalık kararmaya dönerken, kar dinmiş, Hasankale'nin loş ışıkları; uzaktan göz kırpan ışıklı böcekler gibi yanmaya başlamıştı. Gece her zamankinden daha soğuk geçeceğe benziyordu. Sokaklar, gündüzün koşuşturmasından uzak geceye hazırlanıyor, insanlar tek tek evlerine çekiliyordu.
- Biliyor musun Abdullah?
- Neyi?
- Akşamı, geceyi pek sevemedim!
- Niçin?
- Karanlık ve yalnızlık var da ondan.
- Ama istirahat ediyor insanlar.
- Bana çok uzun geliyor geceler! Keşke bu karanlıkları yaşamak mecburiyetinde olmasaydık… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.