"Anlamıyorum ne dediğini İbrahim! Büyük adamlar gibisin!.."

A -
A +
 
 
"Sanki içimden bir şey koparıp kalbimden bir şeyler alıp sonsuzluğa taşıyorlar…"
 
 
Titrediğini hissetti, okunan ezânlardan. Arkadaşına döndü İbrahim:
- İşitiyor musun?
- Neyi?
- Minarelerden gelenleri.
- Sağır mıyım? Tabii ki!
- Sanki içimden bir şey koparıp kalbimden bir şeyler alıp sonsuzluğa taşıyorlar…
- Anlamıyorum ne dediğini İbrahim! Büyük adamlar gibisin! Onlar gibi düşünüyor, onlar gibi konuşuyorsun!
- Bizim de sonsuzluğu arzulamamız lazım! Yoksa nefsimizin bitmek bilmeyen istekleri içinde boğulacağız!
- Of oof! Yine aynısın! Of!
- !!!
Ezânlar bitene kadar sustular. İkisinin gözleri de gökyüzüne kaymış, içten içe konuşuyorlardı. Arkadaşını anlıyor, incitmeden; çıkamadığı dehlizlerden kurtarmaya çalışıyordu. İnsanın bu türden med-cezirler yaşaması mümkündü. Gülmek de ağlamak da devamlı olmuyordu. Sevinçler acılar, kazançlar kayıplar yumağı idi bu fani dünya.
- Bazen; en kötü olduğunu düşünüyor insan ama daha beter olanları da bilmek lazım!
- Aman İbrahim!
- !!!
Abdullah; arkadaşını tam anlamasa da acı çektiğini hissediyordu. "Çok düşünme!" der gibi yiğit arkadaşına destek olmak istercesine omuzuna elini koymuştu. Asıl ona; “Sen ciddi misin?” bakışı atıp "Çok zekisin İbrahim” diyecekti ki küçük İbrahim Hakkı da arkadaşının omuzuna elini koydu dostça gözlerine baktı:
- Bak, arkadaşım! Hasankala’nın bir köşesinde, ikimiz de kara-kışa, soğuğa aldırış etmeden epey zamandır buradayız ve bir şeyleri paylaşıyoruz.
- Yeter artık!
- Gideceğiz; emmim de merak eder. Küçük şeylerden ders çıkarmalıyız, yoksa büyüyünce baş edemeyiz.
- Karanlık çöküyor, yavaş yavaş gidelim… Yolda da dinlerim seni.
- Seni anlıyorum, sonra sıkıntıya dönüşmesin de!
- İbrahim kardeş; içindeki sıkıntılar zamanla azalacak emin ol!
- Haklısın! Senin gibi bir dostum olduğu için çok şanslıyım galiba.
- !!!
Elleri ceplerinde dağlarla kızıla boyanmış gökyüzünün buluşmasını seyrediyorlardı ki Abdullah, bir gölge gibi geleni görünce toparlandı.
- Hey İbrahim!
- Ali emmim!
- Demedim mi eve gidelim? Oh oldu!
- !!!
- Buyur Ali Emmi!
- Merak ettim yeğenim! Aramadığım yer kalmadı!
- Kusuruma bakma emmi! Dalmışım!
- Neye?
- Karın yağışına…
- Allah iyiliğini versin İbrahim! Bizim eve de yağıyor! Koca koca pencerelerden istediğin kadar seyredebilirdin! İlla da böyle köşelere gelmen şart mıydı?
- Ne bileyim tenha… Tefekkür… Sonra…
- Sonra, Abdullah arkadaşında geldi… Muhabbet bol! O ooo!
- Biraz da öyle!
- Neyse haydi eve… Arkadaşını da al... Ayşe yengen de tatar böreği yapmış “İbrahim gelmeden dünyada olmaz” deyip kimseyi sofraya oturtmuyor! Hadi gidelim, merakta kalmasınlar.
- !!!
Yavaş adımlarla örtmeden çıkarlarken, iki kara karganın bir kediyi sıkıştırdıklarını gördü. "Allah Allah çok garip manzara, biz de bilirdik ki; kediler kovalar, kuşlar kaçar... Böyle aksi durumlar da oluyormuş meğer" diye söylendi içinden. Sonra, iki katlı evlere, oradan da toprak damların tepelerinde kıvrım kıvrım lacivert göğe yükselen dumanlara takıldı gözleri İbrahim’in. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.