Avlu, yürüdükçe uzuyor gibiydi İbrahim için!

A -
A +
Güle oynaya sofranın etrafına dizilen çocukların keyfine diyecek yoktu.
 
 
Anası olsaydı yeterdi… Meğer o günler ne güzel günlermiş... “İbrahim’im, gerdanlı oğlum, canım evladım!” der, mutlaka ona sarılır, ellerini koynuna koyup ısıtırdı. "Ah anacığım ah!"
Dizlerine kadar kara gömüldükleri sokakta ağır ağır diğer insanların arasına karışıp evlerinin yolunu tutarken derdinin “hasretlik" olduğunu kim bilebilecekti ki?
 
Kalbin Âna berk eyle!
Tedbîrini terk eyle!
Takdîrini derk eyle.
Mevlâ görelim neyler;
Neylerse güzel eyler…
                ***
Amca yeğen el ele; evlerinin rutubet karışımı is kokan loş ve dar avlusuna girdiklerinde ayakları geri geri gidiyordu. Hiç böyle de olmamıştı: Avlu; yürüdükçe uzuyor gibiydi İbrahim için. O, gidiyor avlu uzuyor… sanki o kısalıyordu. Avlu daralıyor muydu yoksa o mu genişliyordu… Belki de ona öyle geliyordu. Eşyalar daralıyor… uzuyor… genişliyor… Bir terslik vardı ama anlayamıyordu.
“Anam aklıma gelince, onu düşündüğümde hep böyle oluyor” dedi. Odanın tahta kapısını iteleyerek içeri girdi amcasının peşi sıra. Herkes oradaydı. Sofra kurulu, tatar böreğinin yağı donmasın diye ocakta bekletiliyordu. Ayşe Ana gelenleri görünce gülümsedi; hiç beklemeden:
- Hadi çocuklar sofraya!
- Oooo! Mis gibi kokuyor!
- Acıktınız da ondan!
- Ben de acıktım!
- Ben de…
- !!!
Güle oynaya sofranın etrafına dizilen çocukların keyfine diyecek yoktu. Tavanı yüksek, içerisi sımsıcak ve ferah odanın kapı ve pencereleri sıkı sıkı kapalıydı. Girişin tam karşı duvarını iki küçük pencere süslüyordu. Gül dalı desenli perdeler çekilmişti. Kapının solundaki duvarda; el yazması nadide kitapların sıralandığı ceviz ağacından itinayla yapılmış kitaplık vardı. Üst üste, yan yana dizili kitaplar, en iyi dostların kol kola duruşlarını hatırlatıyordu İbrahim’e… Kitaplığın önüne yer sofrası konmuştu. Tandır başından kadınların sesi geliyordu. “Bu sene kar fazla… yazın bereketli olacağa benziyor!” Oda ve avlu kireçle badanalanmış. Kıble istikametinde nefis bir hat asılıydı. Meşhur hattatlar mı, yoksa tanınmamış biri mi yazmıştı bilen yoktu. İbrahim; pek merak ettiği hâlde öğrenememişti o mühim ustayı. Ehemmiyet verildiğini asılı olduğu yerden ve çerçevesinden anlamak mümkündü. Beri taraftaki yüklük; ağzına kadar kalın yün döşek ve yorganlarla doluydu. Odanın her duvarının önünde tahtadan seki uzanıyordu. Belli ki usta elinden çıkmış; oldukça sağlam ve gösterişliydi. Yerler keçe, seki üstü ve duvarlar halı, kalın kaz tüyü minder ve halı yastıklar; ince zarif dantellerle bezeliydi. Kapının sağındaki duvarda büyük bir geyik postu asılıydı. İbrahim’in kaldığı Ali amcasının evinde eksik yoktu. Herkes okumadan yana ve üstelik onu çok seviyordu. Öz evlatlarından ayırt etmiyorlardı. Etmiyorlardı da onun bir tarafı boştu. O boşluğu dolduracak hiçbir kuvvet de yoktu.
Ali Efendi; İbrahim’e hususi ehemmiyet veriyordu. Güzel ahlâkına meftun, zekâsına hayrandı. Onu canından, malından ve çocuklarından daha çok seviyordu. Pek üstün meziyetleri olan yeğeninin âdeta nazıyla oynuyordu. O kırılmasın, incinmesin diye kılı kırk yarıyor, elinden gelenin fazlasını yapıyordu. DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.