"Yaz bahar ayında Aras seliyim, Akan boz bulanık ben bir deliyim"

A -
A +
"Karlar da eriyor. Dağların tepelerine doğru çekiliyorlar her gün emmi..."
 
O kış gün bütün detaylarıyla aklındaydı. Bir sürü küçük çocuklarla karlarda yuvarlanmışlardı. Anacığının; “yapma İbrahim’im, üşür, hasta olursun” dediği o müşfik sesi hâlâ kulaklarında yankılanıyordu. Üstelik hiçbir eksiği olmadan bütün detaylarıyla hatırlıyordu her şeyi. Rüzgârın hızlandırdığı karda dağılıp paralanan bağlantısız incelikleri, yolların ıssızlığını, topuklar altında çatırdayan toprak yolları, insan soluklarıyla buğulanmış bir pencerenin kırık camından dışarıdaki karanlığı seyredişini, içerinin emniyetini, sofraları, kaşıkları, ocağı tutuşturmak için koşuşan genç gelinleri, sonra dama çıkarken giydikleri kalın yün hırkalarını, anacığının elindeki sıcak su dolu tencereyi… “Nereden de aklıma geliyor bunca şey” deyip hiç sönmeden çatırdayan ocağın başına geçti İbrahim.
 
Sensin gönül şu dünyadan farıtan,
Ah çektirip yüreğimi eriten,
Cansız kıratlara binip yürüten...
Yaz bahar ayında Aras seliyim,
Akan boz bulanık ben bir deliyim.
 
Her güneş açtığında “bahar geldi mi ne?” deyip koştuğu yengesinin nasıl da gülerek “hayır, biraz daha bekleyeceğiz” dediğini, amcacığının babacan gülüşlerini unutmuyordu.
                   ***
Kalbinin tam ortasında bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı elinde eve gelmişti İbrahim.
- Bak emmi bak! Bu da mı yalan? Bahar gelmiş! Bahar...
- Evet çiçekler açmış.
- Karlar da eriyor. Dağların tepelerine doğru çekiliyorlar her gün.
- Her gün Hasankale’den, bizlerden uzaklaşıyorlar İbrahim.
- Şimdi...
- Şimdi ne mi yapacağız? Yengene söyle eşyalarını hazırlasın; yarın sabah erkenden yola çıkacağız. Babana gideceğiz.
- Ne dedin?
- Söz vermiştim ya!
- !!!
Heyecandan nefesi mi kesilmişti ne bir şey diyemedi İbrahim, sadece gülümsedi bütün masumiyetiyle.
                ***
İbrahim, bugün her nedense pek neşeliydi. Gönlü pır pır uçarcasına geniş ovaları geçip serin yaylaları aştı, nice başı dumanlı dağlara tırmandılar. Çamları göklere kadar yükselten bir ormana girdiklerinde vakit hayli ilerlemişti. Koyu yeşil dalların rüzgârla birbirine çarpmasının çıkardığı takırtılar insanı ürkütse de çeşitli kuşların oradan oraya uçuşu, dallarda uzun kuyruklu sincapların oynayışı, çimenlerde kurnaz tilkilerin, sevimli tavşanların koşuşturmasını görüp heyecanlanmamak mümkün değildi…
Kızıl ikindi güneşinin altın hüzmeleri; çamların sivri yaprakları arasından çimenlerin üzerine nazlı nazlı süzülüyor, koyu yeşil gölgeler oluşuyordu. Uçurum kenarlarındaki ağaç kökleri donmuş yılanlar gibi kıvrım kıvrım görünüyordu. Lacivert göllerin kıyıları nilüferlerle, gümüş gözelerin etrafı tütiye, kekire, sarı mayıs çiçekleri ve taze terelerle doluydu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.