Tarifsiz güzellikleri seyrederek sohbet etmek ne hoştu...

A -
A +
Aradıkları münasip yeri bulmuşlardı. Karların erimesiyle coşan suyun sesi bir ninni gibi geliyordu.
 
 
Basit şeylere sahip olmak için koşturuyordu insanlar. İçinden geçtikleri bu güzellikleri her zaman görmek mümkündü ama onu görecek rahat ve sağlıklı bir kalp lazımdı insanda. İbrahim, huzur ve saadeti pek uzaklarda zannediyordu şimdiye kadar.
Bu tarifsiz güzellikleri seyrederek sohbet etmek ne hoştu. Yoksa Tillo’ya mı yaklaşmışlardı? Ana patikadan sapınca hızlarını daha da düşürdüler. Atları otlatmak, biraz istirahat için müsaitti bulundukları yer.
- Burası çok münasip; hem otlak bol, hem su…
- Evet emmi!
- Sen atların yanında çimenlerin üzerine yiyeceklerimizi çıkar, istersen uzan istirahat et, ben biraz eşgın toplayayım.
- Ben de tere toplarım.
- Tamam, olur. Hadi Bismillah…
- !!!
Aradıkları münasip yeri bulmuşlardı. Hemen işe koyuldular. Etrafta hiç kimsenin olmaması sevindiriciydi. Atları ağaçların altına bağladı, amca kırlara doğru İbrahim ise çayın kenarına indi. Karların erimesiyle coşan suyun sesi bir ninni gibi geliyordu.
“Ne güzellik değil mi? İşte bu ya! Yaradan’a kurban! Elhamdülillah, şükürler olsun.”
İbrahim temiz havayı içine çekerken, hafif rüzgârın serinliği yüzünü okşuyordu. Etraf; söğüt, kavak ağaçları ile bezeliydi. Küçük bir esintinin oynaştırdığı yaprakların şıkırtısı bitmez bir ilahi gibi ruhuna tesir ediyor, serçe cıvıltıları su şırıltısına karışarak eşsiz bir ahenkle dağı, taşı çınlatıyordu. Köpürerek akan suyun gümbürtüsü ona Aras’ı hatırlattı, elinde olmadan tebessüm etti “hey gidi Aras hey” diye söylenerek başını sağa sola salladı. Söğüt dalları su içecekmiş gibi nehre doğru sarkmıştı. Eski sel yatağındaki otların alabildiğine uzaması, sarı, mor, mavi çiçeklerin öbek öbek kümelenmesi insan elinin değmediğinin alâmeti ve işaretiydi. Getirdiklerini bir kenara koyan İbrahim; çarıklarını çıkarıp paçalarını sıyırdı, hiç beklemeden suya girdi. Buz gibi soğuk olmasına aldırmadı. Bir müddet öylesine bekledi. Yolun yorgunluğu hafifliyordu sanki. Şen şakrak kuşların cıvıldaşmasını ve suyun ferahlandıran sesini dinledi. İlaç gibi, pek iyi gelmişti, bu istirahat. Neden sonra çıkıp söğüt ağaçlarının altında oturdu. Bir müddet sonra vefakâr amcası da heybeyi ve dağlardan topladıklarını alıp geldi, açtı. Kete, lavaş ekmek, göğermiş civil peynir, çaşır, eşgın ve kekire vardı. Dürüm yapıp iştahla yedi, karınlarını doyurdular. Amca yeğen; uzun yolculuğa rağmen hâllerinden pek memnundular…
İbrahim’in etrafta gördükleri; kalbine ferahlık verirken, suyun kenarında serçelerin oynaşması dikkatini çekti. Her bir serçe gökyüzünün maviliğinden süzülerek geliyor, tedirgin hareketlerle su içip kanatlarını suya sokuyor, birkaç kanat çırpması ile kurulanıp söğüt ağaçlarına doğru uçup kayboluyorlardı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.