Hocasını karşısında görünce pek şaşırmıştı Derviş Osman

A -
A +
 
 
Gönüller Sultanı İsmail Fakirullah hazretleri fakirhanesini teşrif etmişlerdi...
 
Oldukça üzgün, hisleri karışık, elleri önde, ayaklarının ucuna basarak biricik mahdumunun baş ucuna kadar geldi Derviş Osman Efendi. Titreyen eliyle alnına birikmiş boncuk boncuk terlerini sildi. Saçları terden, tozdan matlaşmış, keçeleşmiş gibiydi. Ne kıla, ne de başka bir şeye benziyordu. Yanakları al al olmuş, deri cansız, oldukça kuru ve soluk… Gözleri; kapalı… Ara sıra açtığında eski şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, fersiz, suyu çekilmiş ihtiyar gözü gibi dibe çökmüştü. Bu kadar boş bakan, solgun göze hiç rastlamamıştı. Belli ki bu çocuk ağır hastaydı. İlk defa çıktığı bu uzun yolculuğa dayanamamıştı. Soğuk rüzgâr, yakıcı güneş altında günlerce kalmak nice pehlivanları bile yatağa düşürürdü. İhtimal; yel çarpmış, ağzının tadını hepten alıp götürmüştü.
Kafasında binbir sualle hemhâl olurken kapının tıkırdatıldığını duyan Osman Efendi, sesin geldiği tarafa döndü, gayr-i ihtiyari ayağa kalktı. Bir de ne görsün? Gönüller Sultanı İsmail Fakirullah hazretleri fakirhanesini teşrif etmiyorlar mı?..
Hocasını beklemediği bir zamanda karşısında görünce hepten şaşırdı. Hem sevindi, hem de ağladı. İki zıt hissiyatın arasında kalmıştı. Bir hocasına bir İbrahim’ine baktı. Keyfiyet apaçık ortadaydı; çocuk yüksek ateşler içinde kendinden geçmişti. Zavallı baba, odasından çıkamıyordu; kaç gündür ilmi, irfanı, istirahatini ve uykusunu terk etmiş, hasta yatağının etrafında pervane olmuş, dönüp duruyordu. Babanın tek arzusu, dermansız yatan evladının tekrar ayağa kalkması, gülüp söylemesiydi… Acı çeken kalbi, “iyi olur" ümidiyle çırpınıyordu. Hasta İbrahim; bir parça iyileşecek olsa da ara sıra gelen nöbetler çocuğu hırpalamakta, babayı ise iyice yeise, ümitsizliğe sürüklemekteydi. Hepten harap olmuştu, bu acılara fazla dayanamıyordu. İsmail Fakirullah hazretleri:
“Sabırlı ol Derviş Osman’ım!” dedi, şefkatle yüzüne baktı. Sonra; “Merak etme geçer biiznillah” diyerek teskin ve teselli etmesi de işe yaramamış, belli etmese de korkularını giderememişti. Endişeli bakışlarını utanarak hocasına çevirdi:
- Efendim!
- Telâşlanma dedim! Cenâb-ı Allah; ne dilemişse o olur Derviş Osman’ım!
- Âmennâ Efendim! Fakat İbrahim’im hiç gülmedi, ona üzülüyorum, hep kendimi suçluyorum, çocuğun bu hâle düşmesine sebep oldum diye!
- Kendini suçlama! O beklediğin; tam huzur, tam saadet, tam sağlık, sıhhat hiçbir zaman olmayacak Dervişim!
- Kaç gün oldu, harâret devam ediyor. Biçarenin nabızları nasıl da atıyor efendim! Gözümün önünde sarardı, soldu canım evladım! Yüzüne bakmaya cesaretim kalmadı, korkuyorum efendim!
- Allahü teâlâdan ümit kesilmez Derviş Osman! Babalık hisleriyle hareket ediyorsun… Her şey Rabbimizden! Biz kuluz, kulun vazifesi de gelene sabretmektir.
- Fakat lakin!
- Lakini yok Derviş Osman’ım, siz Allahü teâlânın emrini bilen birisiniz! Bizler böyle yaparsak kimseye sözümüz geçmez.
- Öyledir efendim! Babalık hissiyatı… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.