"Bu düşünceler ilerlemek için elzemdir yeğenim!.."

A -
A +
"Can-ı gönülden, ihlâsla isteyeni Cenâb-ı Allah mahrum bırakmaz!.."
 
 
İbrahim Hakkı’nın şaşkınlığı tam zirvedeyken, amcası:
- Bu düşünceler ilerlemek için elzemdir. Okumak kadar da yazmak lazım yeğenim!
- Tillo’daki güler yüzlü mübarek hocam; kalbimi de alıp orada tutmuş! Bu tahammülsüzlüğüm ondandır değil mi emmi?
- Söyleyene değil söyletene bak yeğen! Sen de boş değilmişsin ki çekip almışlar!
- Nasıl?
- Bu işlere akıl sır ermez! Can-ı gönülden, ihlâsla isteyeni Cenâb-ı Allah mahrum bırakmaz! Yeter ki bir kalp; fisebilillah Allah rızası için yanıp tutuşsun, Allah rızası için üzülsün, uykuları kaçsın... O insan hiç mahrum kalır mı? Hadi konuşturma beni! Mübarek olsun…
- Azıcık aklım vardı o da gitti…
- Akıl buraya kadar yeğen!
- Sonrası?
- Sonrası tam teslim olmak! Afiyet olsun yeğen… Afiyet!
- !!!
Yanında kaldığı ve Hasankale’nin âlimlerinden amcacığının ayaküstü anlattıkları, demirden leblebi gibi içine oturmuştu. Duyduklarına hem seviniyor, hem de derin derin düşüncelere sevk ediyordu onu. Amcacığının ifadesine göre yazmalıydı. Daha başka ne yapabileceğini düşünürken kalbinde tutuşturulan yazmak fikri; boncuk boncuk yaş doldurmuştu gözlerine... Anahtar elindeydi. Sadece “okumak, yazmak” kelimeleri döküldü dudaklarından.
Okumak yazmak kadar itibarlı bir iş olmaz!
İlmihâlini bilen hiçbir zaman mahrum kalmaz…
           ***
Bütün akrabaları gibi Molla Muhammed amcası da İbrahim Hakkı’nın âdeta nazıyla oynuyordu. Yeğeninin ilme olan aşkını, gayretini, fedakârlıklarını görünce istiyordu ki bütün yüklerini, sıkıntılarını o taşısın, yeğenine sadece ilim edinme kalsındı. Erzurum’daki medreselerde hep o konuşuluyordu. Bütün müderrisler ona hayrandı…
Amcası usulca odasının kapısını tıklatıp içeri girdiğinde yine kitapların arasında âdeta kaybolmuş gördü. “Tahmin ettiğim gibi buldum” dedi, gülümsedi. Daha sonra hızlıca toparlanıp; “haydi sofraya” dedi… “Yengen neler hazırlamış neler, sensiz tadı çıkmıyor yeğenim…”
Dalgınlığından uyanır uyanmaz; sadece tebessüm ederek baktı amcasına. “Tesiri hâlâ üzerimde olan bir hoş rüya gördüm. Onu toparlamaya çalışıyordum ama nafile mümkün değil…” Yaşadığı durum mu yoksa okudukları mı ne aklını başından almış, gördüğü rüyayı ona unutturmuştu. Kalktı muhterem amcasının peşine takıldı. Sofrayla arasındaki mesafe boyunca gördüklerini hatırlamaya çalıştı ama olmadı bir türlü, tatlı bir taddan maada hiçbir iz kalmamıştı zira hücrelerine kadar yazmaya bulanmıştı.
Molla Muhammed, uzaktan sofrayı görünce: “Çok acıkmışım! Haydi sofraya!” diyerek gülümsedi. Çocuklar da onu takip ederek sofraya geçtiler. Molla Muhammed, çocuklara iyi örnek olsun diye sesli olarak “İbadetlerime kuvvet bulmak niyetiyle… Bismillah…” diyerek yemeğe başlandı muhabbetle.
Büyük tahta sofra hasır bir iskemlenin üstüne konmuş, aile etrafına toplanmıştı. Sofranın orta yerindeki geniş sahana el uzatarak yemeklerini yerlerken, İbrâhim’in kafası yazacaklarıyla meşguldü hâlâ… Bir de geldiği günden beri aklından hiç çıkaramadığı hocasında… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.