"Maşallah vefa ne demekmiş o da sende Molla İbrahim…"

A -
A +
"Aradığını bulmak kolay olmuyor/Dolu almıyor, boş ise hiç dolmuyor..."
 
 
Kalaylı takımlarla süslü sofra ve enfes yemekler iştah kabartıyordu; su böreği, kavurma, bal, ayran aşı… adını dahi bilemediği neler ve neler yoktu ki…
“Ya Rabbim şükür elhamdülillah! Biz yedik ziyade eylesin Allah, artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin, bol bol berekâtını versin…” dedikten sonra amcası; İbrahim’e döndü:
- Hadi yeğenim, yemek duâsını da sen yap.
- Peki…
-“El-hamdü-lillahillezî eşbe’anâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’imhüm kemâ at’amûnâ. Allahüm-merzuknâ kalben takıyyen, mineşşirki beriyyen lâ kâfiren ve şakıyyen velhamdülülillahi rabbilâlemîn…”
- Mânâsını da söyle uşaklar öğrensinler Molla İbrahim.
- Peki emmi… “Bizim gücümüz kuvvetimiz olmadan, bizi nimetleri ile doyuran ve susuzluğumuzu gideren Allahü teâlâya hamd olsun. Ya Rabbi, bize bu yemeğin hazırlanmasında emeği geçen ve bize bu nimetleri ikram edenlere sen de ikram et. Ya Rabbi, bizim kalbimizi şirk, küfür ve kötülüklerden muhafaza buyur, koru. Bizlere, dinimizin emirlerine uyan bir kalb nasip eyle….”
- Âmin.. Âmin, ecmain… Yaa… ne güzel…
- Güzelliği hocamı hatırlatmasındandır. O hep böyle duâ ederdi.
- Maşallah Molla İbrahim “vefa” ne demekmiş o da sende…
- Estağfirullah emmi… Ben kusurlarımın içinde hep onu arıyorum.
- Ara İbrahim… Onu ara…
- !!!
 
Aradığını bulmak kolay olmuyor
Dolu almıyor, boş ise hiç dolmuyor.
                        ***
           EN BÜYÜK KORKU
Ufkun önüne siyah bir perde düşünce ateş daha bir başka parlamaya başladı. Gecenin serinliği üşütüyordu. Çil çil yıldıza boğulmuş lacivert sema, pırıl pırıldı ama rüzgâr da alabildiğine esiyordu. Bir gece kuşu, kanat çırparak uçuverdi. Tam kalbinin ortasında bir acı hissetti. Annesi aklına gelmişti: “Oğul, her gecenin kuşu da, kurdu da farklı farklıdır!” Ana-baba lafı geçince içinden bir yerlerinin kanadığını ayaklarının altındaki döşemenin titrediğini sandı.
Karanlık geceler, yazın kısa olsa da, uzun geliyordu ona, aklı erdiği günden beri. Baygın gözlerle oturduğu sekinin minderlerinde hep okuyordu. Her tarafı kitap kitap… Birkaç saatin ona ait olduğu bu karanlıklar, az geliyor, yetmiyordu bile. Bazen fırtına sesi işitirdi, bazen derinden birkaç köpek havlaması, kimi zaman horozların uzun uzadıya ötüşleri… Horoz sesleri, sabahın müjdecisi olurdu her daim. Bazen pencerenin camlarına rahmet damlaları çarpardı. İçine çarpmış gibi üşütürdü. Hasankale’deki hayatı hep böyleydi… Bütün geceleri yalnız mı geçecekti?
Eski günlerini hiç unutamıyordu. Seki üzerine öylesine sıralanmış minderlere sere serpe uzanıp yatıyorken anacığı gelir, pamuktan daha yumuşak, sımsıcak elleriyle yüzünü okşar, hafiften saçlarını çeker; “A İbrahim’im, canım evladım” der, nazlandırırdı. Sanki bütün dünyalar onun olurdu. Şimdiyse hayaldi sadece… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.