"Onu uzaktan takip et! Nereye gidiyor, kimlerle görüşüyor?"

A -
A +
"Bak Ömer! Sana itimat ediyorum! Küçük bir vazife vereceğim ne dersin?"
 
Sabah erkenden koyunları sağmak için ağıla giden gelinin gözü oğlundaydı, lakin o da ortalıkta yoktu. “Aksilik! Nerede olabilir bu uşak?” diye söylenerek etrafa bakındı... 
Ömer, dokuz yaşında olmasına rağmen dürüst, sözünün eri biri olarak aile içinde nam salmıştı. Geç de olsa uyanır uyanmaz, elini yüzünü yıkayıp kuzucuklarının yanına gelmişti. Ana ile oğulun buluşması fazla zaman almadı. Kuzuların yanında bulduğu oğlunun elinden tutup Molla İbrahim’in kaldığı odanın görüneceği duvarın köşesine kadar götürdü.
- Bak Ömer! Sana itimat ediyorum! Küçük bir vazife vereceğim ne dersin?
- Kuzular ne olacak ana?
- Onları ben otlatırım sen gelinceye kadar!
- Çok mu mühim?
- Mühim veya değil! Ama bu yaptığımızı kimseye söylemeyeceksin!
- Tamam!
- Ömer, evladım şu bizim komşu İbrahim’i biliyorsun.
- Evet!
- Onu uzaktan takip et! Nereye gidiyor, kimlerle görüşüyor?
- Uzaktan mı?
- Evet, belli etmeden! Anlarsa ayıp olur.
- Ya görüp bana bir şey derse!
- Fazla yaklaşmazsan demez.
- Her neyse hemen şimdi mi?
- Şimdi… Şu bibingilin sokak aşağı gitti! Ne et, eyle kime gittiğini, kimlerle konuştuğunu… Ha unutma!
- Peki ana! Sen hiç merak etme!
- Hadi göreyim seni!
- Yalnız bana söylediğine göre demek ki; itimadın tam ana! Sağolasın! Vazifemi çok iyi yapacağım inşallah!
- Güle güle…
Anacığından bir iki adım uzaklaşmıştı ki Firdevs bibiyle karşılaştı, ondan mı ne biraz tedirgin oldu. Verdiği sözü yerine getirememe endişesinden olsa gerek ilk kez böylesi bir telaş içinde kalmıştı, az evvel ellerinin titrediğini düşünmüştü, asıl şimdi titriyordu, hem de kontrolsüz bir hâlde. “Anlaşıldı mı evladım? Hem… Kimse bilmesin şimdilik! Tamam mı? Dikkat et kendine! Sen ne yapacağını anladın!” Aklına gelenlerden ürkmüş gibi bibisine bir şey demeden koşarak uzaklaştı oradan. Biriyle daha karşılaşırsa ona cevap hazırlıyordu kafasında...
Bin bilsen de; danış bir bilene!
Aslı budur, bu böyle biline!
              ***
İlk gün İbrahim’i hiç göremeyen ve eli boş dönen Ömer’i ertesi sabah annesi, eliyle dürterek uyandırdı. İbrahimlerle evleri yan yanaydı, neredeyse bitişik gibiydi. Onu sabah güneş doğmadan evden çıkar çıkmaz bir gölge gibi takip etmeye başladı Ömer. Kaybetmemeye itina ediyor, kendini de pekiyi saklıyordu. Kırk elli adım kadar geriden sessizce yürüyordu. Âdeta ayaklarının ucuna basıyordu. Sokak aşağı, taş filan yuvarlanıp da ses çıkarmasın diye itina gösteriyordu, yaşı küçük aklı büyük Ömer “Az kaldı, birazdan dereye inecek” diye içinden geçirdi, dikkatini topladı. Derede pek çok kavak ve söğüt ağacıyla birkaç tane de iğde ağacı vardı.
Tam dereye gelince durdu İbrahim. O durunca bir köşede Ömer de saklandı. Etrafını biraz seyrettikten sonra İbrahim; bir söğüt ağacının altında oturdu.  Cebinden çıkardığı bir kitabı uzun uzun okudu. Yaslandığı söğüdün dibine yan yatarak uzandığı da oluyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.