"Onun derdi fakir fukara garip gureba anacığım!"

A -
A +
Hasta, biçare insanları görüp hâl hatır sordu, onları teselli etti...
 
Güneş bir mızrak boyu yükselince oturduğu yerden kalkan Molla İbrahim; yine yavaş adımlarla dereye indi. Taşların üzerinden atlayarak karşıya geçti. Çeperlerin arasında, dikenler batmasın diye mi ne dikkatlice yürüyordu. Ömer de avını takip eden bir kedi gibi sine sine peşindeydi.
Herkes işinde gücünde, ortalıkta insan namına kimsecikler görünmüyordu. Hayvan pazarına doğru yürüdü İbrahim. Tek tük köylüler gelmiş, kimi öküz, kimi at, kimi de koyun getirmişti. Sebze meyve sepetleri de boy boy diziliydi. İbrahim, köylülere selâm verip beklemeden geçip gidiyordu. Durmadan başka köylüler, başka adamlar geliyor, çok geçmeden kalabalıklaşıyordu pazar yeri. Fakat Molla İbrahim hâlâ tek başınaydı…
            ***
Ömer, pazarın bir köşesinde birini bekliyormuş gibi durdu, etrafına bakındı. Başka çocuklar da vardı orada. Kimi hayvanların başında nöbet tutuyor, kimi babasının yanından ayrılmıyordu. Zaten tanıdığı kimsecikler de pek yoktu.
Molla İbrahim, pazarda biraz dolaşıp çıkarken her hâlinden fakir olduğu belli olan üstü, başı yırtık gariban çocukların başını okşadı, bir şeyler sordu. Aldığı meyveleri onlara taksim etti, yürüdü. Ömer de bir gölge gibi uzaktan takibe devam etti...
Hasta, biçare insanları görüp hâl hatır sordu, onları teselli etti. Bir çeşme ayağının aktığı dere boyunca sıra sıra dizili söğütlere doğru gitti. Birini bekliyormuş gibi öylesine dikildi bir müddet.
Molla Muhammed amcası gelince Ömer de takip işini bırakıp evine döndü. Gördüklerini anacığına bir bir anlattı.
- Eee anlat bakalım neler yaptınız Ömer’im?
- Aynen anlatayım ana, ne fazla ne eksik.
- Zaten öyle olmalı! Seni niçin tercih ettiğimizi bilmen lazım!
- Tahmin ediyorum az çok ana! Komşumuz hep tefekkür ediyor!
- Belliydi zaten!
- Onun derdi fakir fukara, garip gureba anacığım!
- Başka bir şey görmedin mi?
- Bir de cebinden çıkardığı bir kitabı okuyup durdu.
- Demek böyle sakin yerlerde ders çalışmak daha iyi oluyor!
- Belki de…
- Halam geliyor ana!
- Ateş bacayı sarınca… Böyle oluyor…
- Anlamadım ana…
- Boş ver! Anlayıp da ne yapacaksın? Zamanı var…
- Bir tuhafsın ana!
- Bak hele bacaksıza anasına laf atıyor!
- Ne lafı ana? Sizi anlamıyorum!
- Yıkıl karşımdan bücürük!
- Peki ana!
- !!!
Gülüşürken Firdevs, sanki köşede saklanıyormuştu da aniden bitiverdi ortalıkta. O da gülerek geldi, yanlarına çöktü. Ana-oğul çoktan konuşmalarının sonuna gelmişlerdi zaten. Firdevs, Ömer’in başındaki kalpağı kaptı, arkasına sakladı. Fırsatı yakalayan anacığı da saçsız başına şaplak patlattı.
- Hadi kuzucukların yanına! Seni özlemişler!
- Karnımı bir doyurayım bari!
- Tandır başında sofra kurulu. Hadi bakalım bücür!
- Oh ne adalet! Şaplak ye, lakap taksınlar, sonra da çobanlık…
- Fazla konuşma, bilmiş!
- Olur ana... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.