Yanar da yanar hasretlik çeken! Buğday mı biçermiş, darı eken?

A -
A +
"Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak lazımdır İbrahim."
 
İbrahim, pürdikkat emmisini dinliyordu:
-Bak yeğenim, bir kız veya bir delikanlı duâ eder, “Ya Rabbi, evlenmek hakkımda hayırlı ise, evlenmeyi bana nasip eyle!” derse. Duâsı kabul olursa evlenir. Evlenmek için tedbir almak ve sebeplere yapışmak lazımdır İbrahim. Biz de sebeplere yapışıyoruz sadece. Mesela; kötü biri ile evlenip de suçu kadere yüklemek doğru değildir.
- Âmennâ!
Yanar da yanar hasretlik çeken!
Buğday mı biçermiş, darı eken?
                 ***
Molla İbrahim, lekesiz, kusursuz yüzünü ve pembeleşmiş yanaklarını saklamaya çalışıyordu her nedense. Başını tam örtmeyen beyaz sarığının altından taşan siyah saçları alnına dökülmüştü. Kara, uzun kirpikleri, billur damlacıklarla boncuk boncuktu. Yoksa ağlıyor muydu?
Ah! Hasretlik kokan bu gözyaşları hiç dinmeyecek miydi? Kendisine eşlik eden muhterem amcacığı, yeğeninin bu içli hâline ne diyeceğini, söze nereden başlayacağını bilemiyordu. Bu genç delikanlının gözlerinden akan sessiz yaşlar, hattatın divitinden dökülen boyalar kadar iz bırakıyor, çok mânâ ifade ediyordu…
Hoş bir yaz sabahı, çivit mavisi sırça gökyüzünün sihirli kapılarını açmaya hazırlanıyor gibi görünen nuranî yüz ve dünyaya açılan iki muhteşem göz, ilim için yaratılmıştı sanki… Aşağıya doğru hafifçe meyillenen dik, geniş omuzlar… Sonra, üzerinden geçen o kadar sıkıntı ve üzüntüye rağmen olanca parlaklığı ve canlılığıyla seyredenleri hâlâ hayretler içinde bırakan dik duruşlu endamı. İnsanların vücut ve yüzce en büyük değişme devri olan on yedi, on dokuz yaş arasındaki iki yıllık bir hayatın İbrahim’i bu derece olgunlaştıracağını nereden ve nasıl tahmin edebilirdi ki?
Molla İbrahim, şimdi hislerini bir yana bırakmış, oturduğu yerde dirseklerini dizlerine dayamış, parmaklarıyla saçlarıyla oynuyordu, amcacığının tam da karşısında… Belli ki bir şeyler aklından geçiriyor, hesaplar yapıyordu. Acaba o da Firdevs’i mi düşünüyordu?
Molla Muhammed, hâlâ sessiz sessiz ağlayan genç delikanlı yeğenini hayretler, hayranlıklar içinde seyrediyordu… Epeyce öyle kaldı. İbrahim ise dalgınlığından sıyrılamıyordu, hâlâ kendi âlemindeydi. Servet ve ikbal sahiplerinin sonu gelmez kaprislerine mi, elini ayağını bağlayan, onu esir eden talihine mi, hiç dilinden bırakmadığı Tillo’daki hocasının yokluğuna mı, yoksa… Yoksa, evlilik mesuliyetine hazır olmadığına mı ağlıyordu? Hakiki sebebini ne kendisi söyleyecekti, ne de kimse tam bilebilecekti… Ne kadar üzgün, ne kadar kırgın olduğunu gösteren baygın gözlerinden iplik iplik yaşlar dökülüyordu sadece… Her genç gibi onun da sayılmak ve sevilmek en tabiî hakkı değil miydi? Hâlbuki onun derdi dertler üstüydü. Dünyalık şeyleri şimdiden ayaklarının altına almış ezim ezim eziyordu… Uçları aşağıya doğru hafifçe meyletmiş ince hassas dudakları, ta içinden boşanıp gelen hıçkırıklarla titriyordu… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.