İkisinin de çok mesut oldukları gözlerinden okunuyordu...

A -
A +
    Yaşanmamış farz ediyordu kötü günleri. Bu duruma gelmek kolay olmamıştı...  
Güneşli, güzel, sakin, huzurlu ve cıvıl cıvıl bir sabahtı, İbrahim keyifle evinin bahçesine çıktı. Yengesinin onlar için dikmiş olduğu soğan, salatalık, kartol, löbiye, kabak evleklerinin arasında yürüdü. Müstakbel hayat arkadaşı da penceredeydi. Sebzelerden başını kaldırıp baktığında göz göze geldiler. “Buraya gel” mânâsında baş işareti yaptı İbrahim. Pek erkenden kalkmışlardı. Bahçedeki yürüyüşte; oradan oraya pır pır uçan kuşların bitmek bilmeyen cıvıltılarını dinlerken; çok mesut oldukları gözlerinden okunuyordu. İki âşığın sessiz muhabbeti, kendini sevdirmek için bacaklarına sürtünen kediciğin miyavlaması, çeperlerden süzülerek gelen serin hava, ne yapacağına karar vermiş olmanın eminliği, çimenlerin yumuşatıcılığı, çeşitli çiçek usareleri, temizliğin ferahlığı, kına kokusuna karışan taze ekmek kokusu, yeni hayatın anlatılmaz hazzı, yanı başında bir çift gülen güzel göz, her iki ailenin de karşılıksız ettiği hayır duâları ve hepsinden de mühimi; ağrımayan karnı, başı, midesi… Molla İbrahim için oldukça bereketli ve keyifli başlayan bu ilk gün; mesut bir hayatı müjdeliyordu hiç şüphesiz. Biraz sonra ilk kahvaltılarını yapacaklardı. Hayatında her ne acı yaşanmışsa, onları hiç olmamış gibi yok saymaya başladı İbrahim. Bu hoş bir başlangıçtı şüphesiz. Yaşanmamış farz ediyordu kötü günleri. Bu duruma gelmek kolay olmamıştı. Hiç üzülmemiş, hiç kırılmamış, hiç endişelenmemiş, hiç korkmamış ve hiç ağlamamış gibiydi şimdi. Geçmişe dönüp bakınca; yakın ya da uzak ne varsa, sadece huzurlu olduğu anları hatırlamak ne güzeldi. Bundan sonra da böyle olacağına inanmak ve de; “şükredecek ne çok şey var; elhamdülillah…” diyebilmek, en mühimi ise “sevmek ve de sevilmek” bir fâni için ne büyük mükâfat ve ne saadetti. Dünyanın yeteri kadar üzüntüleri vardı zaten bir de hayallerinde oluşturup kahırlanmak akıllı insanlar için olacak şey değildi. Boşu boşuna bunca keder içinde olmak da yakışıksızdı. Kapıyı açtı ve eşikten içeri girerlerken İbrahim hanımefendisine döndü: - Hiç konuşmuyorsun! - Düşünüyorum! - Neyi? - İlk defa bir beyefendiyle yan yana bir kapıdan içeri girdiğimi... - Benim için de öyle. İlk defa bir güzel hanımla baş başa, yan yana yürüyor ve konuşuyorum. Rabbimizin rızası için olunca her şey güzel ve de kolay oluyor. - Âmennâ… Siz odaya buyurun, ben kahvaltımızı hazırlayayım efendim. - Peki, evimin sultanı! - Şımartmayın beni. - Şımar, desem de şımarmayacaksınız gibime geliyor! - İnşallah hüsn-ü zannınıza layık olurum efendim… - Büyüklerimiz buyururdu: “Senenin gelişi; baharından belli olur…” - Ben öyle derin mânâlardan anlamam Bey! - Ben sanki çok anlıyorum da! Oturduğu yerde daha anlamayı, anlaşılmayı bekliyoruz, derken hayat arkadaşı, sevgili hanımının kendisine biraz büyük gelen beyaz geceliğinin eteklerini savura savura dışarı çıkıp içeri girmesi bir oldu... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.