“Bu nasıl iştir ya Rabbim şaşkına döndüm?!.”

A -
A +
 
 
İlk günde karşılaştıklarından dolayı pek memnun olmuş, bir o kadar da şaşırmıştı.
 
Firdevs’in yaptıklarına teşekkürde aciz kalıyordu. Kahvaltıda bolca şerbet içildi. Boşalan bardağını dolduruyor da dolduruyor, o daha son yudumu alır almaz başka bir güğümün uzayan şefkatli ağzını bardağının içinde görüyordu. Kahvaltının keyfini çıkarayım diye içtikçe de içti, belki beş, belki yedi bardaktı. Saymadı bile... Kızılcık, demirhindi, hibuskus, sirkencibin, gül şerbetleri aklında kalanlar. İçi, dışı hep şerbet olmuştu. Şişkinlik yapsaydı da hanımefendisinin hatırı daha mühimdi... 
Taze lavaş ekmekleri çeşit çeşit peynirler, tereyağı, bal, kavurma, pastırma… Neler yoktu ki sofrada? Firdevs; ekmeğin üzerine önce tereyağı, sonra bal sürüp uzatınca “hayır” diyemiyordu. Hayat arkadaşı hangisini uzatırsa onu aldı, çok iştahlıymış gibi de yedi. Yemediğini ya o yiyecek, ya da kendi… ilk günden midir nedir, muhakemesini tam yapmıyordu da… Refikasına; kesin âşık olmuş olmalıydı…
 
Şaşkınlık kalıcı değil çabuk geçer.
Kim ne ekerse eksin hep onu biçer.
             ***
İlk günde karşılaştıklarından dolayı pek memnun olmuş, bir o kadar da şaşırmıştı.
En hissi anlarından birini de Firdevs’in cübbesini tutarken yaşadı İbrahim. Öyle ki; iki damla yaşın gözünden süzülmemesi için kendini zor tuttu, zira cübbesi en hoş kokularla bahar gibi kokuyordu. Bütün havayı içine çekerek “oh” dedi. Mest olmuş, hayran kalmıştı. Az sonra bu rüyayı terk edecek ve medreseye gidecekti. Gidecekti de fena bir aşka yakalanmıştı, bundan sonra hep onu mu düşünecekti?
“Bu nasıl iştir ya Rabbim, şaşkına döndüm?” Akşama kadar dünyanın en güzel yüzlü, en güzel huylu hanımefendisinden ayrı ve uzak kalmak kolay olmasa gerekti…
İbrahim; güzel hislerle dışarı çıktığında pırıl pırıl bir güneşle karşılaştı, âdeta içi içine sığmıyordu. Ilık bir sıcaklık kalbinden başlayarak bütün bedenini ısıtıyor, sayısız serçeler şen şakrak ötüşleriyle onun saadet dolu dünyasına huzur katıyor, taptaze aşkına eşlik ediyordu.
                           ***
            OKUMAK, OKUMAK…
 
Rabbimiz ezelden; “Oku” buyurdu.
Çok çalış kimseye verme bu yurdu!
 
Acemilikleri çoktan geride kalmıştı. Artık hedeflerine ulaşmak için derslerine zaman ayırıyor, çok çalışıyordu. Sistemli aile hayatı; onun tahsilini de tetiklemiş, üstün muvaffakiyetini artırmıştı. Daha çok okuyor, daha çok yazıyordu. Tek bir derdi vardı; o da Tillo’daki gönüller sultanı efendisine duyduğu hasretlik… Bir gün çağrılacağını çok iyi biliyordu. O maneviyat âlemindeki çilesinin tamamlanmasını, hocasının; “dön” diyeceği bir işaretini bekliyordu. Ya Firdevs? “Firdevs’ini de al gel” emri çıkacak mıydı? İşte ondan pek emin değildi. Bunları düşündükçe tedirginliği de artıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.