Hafız Osman Bedreddin yanlarına kadar gelmişti

A -
A +
Konuşmaları duyan hoca hanım; kardeşini sesinden tanıdı. Hemen dışarı çıktı.
  Ansızın arkadan bir köylü; "Hafız Osman Bedreddin" diye bağırdı. Herkes sustu. Yüzler avlu kapısına çevrildi; lacivert cübbeli, fıstıki kavuklu, sakin, esmer suratlı biri ağır adımlarla ilerliyordu... "Neler oluyor?" diye sordu.
Nene Kızın babası Hüseyin Ağa; fena hâlde mahcup olmuştu, başını öne eğdi. Her şey ortadaydı. Acaba ne deseydi ki? Değnek elinden düştü. Ermeni gencini tutanlar bıraktılar. Bir an boşta kalan kurnaz Ermeni, çifte atar gibi bir hareketle son sürat kaçtı. Kaçarken de avazı çıktığı kadar bağırıyor, ağza alınmaz küfürler savuruyordu. Bu densizliklerin ne manaya geldiğini az çok tahmin etse de kimselere bir şey demeden yürüyen genç Hafız Osman Bedreddin bahçeye girdi, oradan da medresenin önüne kadar geldi. Beklenmedik bu hadiseden dolayı kaşları çatılmış, düşüncelere dalmıştı. Neden sonra başını kaldırdı: - Niçin böyle bir şey yaptınız kardeşlerim? - Şey... Efendim... - Ney? Konuşmaları duyan hoca hanım; kardeşini sesinden tanıdı. Hemen dışarı çıktı. - Hafız Bedreddin’im. - Abla neler oluyor burada, bu ne hâl? - Sorma Hafızım! Kardeşim! - !!! - Sebepsiz yere çocuklara saldırmışlar... - Ne demek? - Akşam namazına hazırlanıyorduk... - Ermenilerin namazda işi ne? - Biz de bir mana veremedik. - Rusların üzerimizdeki çirkin emellerini duymuş olmasınlar? İleride; "Vatanımın düşman çizmesi altında kirlenmesini görmektense öleyim daha iyi” diyecek Nene, olanlara mana veremese de pek tesirinde kalmıştı. Çocuklar da çok şaşkındı. Konuşulanları hem dinliyor, hem de üzüntülerini gizleyemiyorlardı. Birçokları kan revan içindeydi. Nene; gururuna dokunan bu Ermeni arsızlığına pek hiddetlenmişti, kaçamayıp hâlâ orada olanları işaret ederek: “Defolun bakayım! Bir daha görmeyeyim!" diyerek bağırdı. Son Ermeniler de tabana kuvvet kaçarken medrese talebeleri de bir araya toplandılar. Ablasına el sallayan Osman Bedreddin Efendi, geliş maksadını kimselere söylemedi. Sadece şaşkın, perişan, yere bakan Hüseyin Efendi'ye döndü: "Benimle birlikte geliniz." Osman Bedreddin Efendi önde, köylüler ve Hüseyin Ağa arkada, çıkıp gittiler. Bundan sonra medresede Nene’yi daha çalışkan göreceklerdi. O istikbaldeki harplere mi hazırlanıyordu. Onu ne kendisi ne de etrafındakiler bilebilecekti. Şimdi bir koşuşturma görse Nene, pek küçükken yaşadığı bu tuhaf kavgayı hatırlar, acıyla gülümser, yüreğinde belirsiz bir burukluk hissederdi. "Benim yüzümden..." diyerek, ilim tahsilinden alınan, fakat zamanın en güçlü ordusuna can yoldaşı olan kan kardeşinin neşeli hayali önüne dikilir, zaman geçtikçe hafifleyecek yerde, daha çok ağırlaşan bir hasretle yâd ederdi onu. "Ne güzel bir ayrılık... O vatan müdafaasına layık, biz de buraya..." demeden edemezdi... Hocası ne buyurmuştu? “Son nefese kadar hem korkulur, hem ümitli olunur. İnsanın en büyük düşmanı, nefsidir. Şeytan, nefsin yanında hiç kalır. Şeytan, iki müminin arasına giremez. Fakat münakaşa, dedikodu ederlerse, girer. Nefis senelerce bekler, bir hata görürse, saldırıp vurur. Neyse ki sahipsiz değiliz…” DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.