Korku dolu gözlerle etrafı bir daha seyretti...

A -
A +
Sanki dünyanın bütün yükü omuzlarındaydı da onun için inim inim inliyordu Nene Gelin…
 
Sıradan, basit bir eşkıya işine benzemiyordu bu hadise. Hani bir, iki koyunun götürülmesi neyse de tamamının gasbedilmesine şimdiye kadar hiç şahid olmamışlardı. Bu felâketti! “Kimler yapmış olabilirdi” diye düşünürlerken komşu köyden gelenler işin hakikatini açıklığa kavuşturdular. 
Birçok köyün malı Ermeni çeteler tarafından götürülmüş, Urus askerlerine ziyafet için Sıçankale, Keçesor, Sarıkamış ormanlarında bekletiliyormuş… “Ah Ermeniler! Aah koynumuzdaki zehirli yılanlar! Kimleri dost bellemişiz de haberimiz yokmuş” diyenlerin haddi hesabı yoktu.
Bir müddet sonra güne sırtını dönen lacivert gökyüzüne ağır ağır karanlık çökerken, ortalıkta ne çocuk sesi ne de hayvan sesi kalmıştı. Sanki yer yarılmıştı da yerin dibine batmışlardı. Hayat, kendi rutin hâlinde ne güzel akıp giderken bugün dünyanın sonu gelmiş gibiydi Çeperli’de.
           ***
Gafil olma memlekettir, tutuşup yanan,
Hain oğlu haindir, düşmanlara kanan!
Seyyide hanımefendiden duyduğu “Fakr u zaruret içinde boğulan gönüller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek suretiyle o dumanlı eve bir pencere aç ki, onun dumanı çekilsin, senin de kalbin yumuşayıp ruhun incelsin. Allah’ın kullarına zorluk çıkaranlar değil, kolaylık gösterenler makbul kullardır” sözlerini içinden tekrarlayıp her şeyi dert ediyordu Nene Gelin. Sanki dünyanın bütün yükü omuzlarındaydı da onun için inim inim inliyordu…
On dokuz, yirmi yaşında var mıydı? Şakaklarından, ensesine doğru uzanarak sarkan düz, parlak, koyu zeytuni saçlarını örten Erzurum işi çizgili çar altında soluk, süzgün yüzüne; gelişmiş kemikli ellerine ayaklarına kahverengi koyun yünü ihramının içinde düz bir değnek gibi duran narin vücuduna bakılsa belki daha küçük olduğu zannedilirdi. Fakat ince yay gibi kaşlarının altında daima uyanık bir zekâ parlaklığıyla düşünür, bütün köy çocuklarında vaktinden önce ortaya çıkan hayat tecrübesi ile görmekte, anlayıp kavramaktaydı olup bitenleri... İşte Nene Gelin’in bu gücünü, kuvvetini gösteren gözleri, belki hakiki yaşından daha büyük olabileceğini zannettirirdi insanlara.
Şahan bakışları; peş peşe sıralanmış at, öküz arabalarıyla Erzurum’a doğru göçenlerdeydi. Yollar ana baba günü... Herkes doğup büyüdüğü evini, barkını bırakmış, iç kısımlara doğru su olmuş akıyordu. Ardı arkası kesilmeyen bir hicret; canını fena acıtıyordu... Duyduğuna göre: Kars, Sarıkamış, Karaköse, Aşağı Pasin ve civar köylerde adam kalmamış. Sıra kendilerine de gelmişti.
“Ah!” çekerek bulunduğu yerden ayağa kalktı, korku dolu gözlerle etrafı bir daha seyretti. Şurası medreseleri, bu ev kayınpederinin, o taya babasının, tandır başı Hacerlerin, merek Nuriyelerin... Şurada evcilik oynamış, burada yemlik, kuşekmeği toplayıp kuzuları yaymışlardı. Kayınvalidesi kete pişiriyordu hâlâ. Bulunduğu yere kuluçkaya yatan bir tavuk gibi tekrar çöktü. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.