"Abim hasretini çektiği şehitlik müjdesine kavuştu mu ana?"

A -
A +
Nene, farkında olmadan öyle bir çığlık atmıştı ki, bütün mahalleli ayağa kalktı.
 
Gözlerinde; mal alıp satma derdiyle dertli bir tüccarın sessizliği, yanakları gülkurusu pembe, dudaklar, şerha şerha, alında boncuk boncuk billurdan damlalar, ellerinde bıçağın ince keskinliği… Dışarıda da, içeride de fark etmiyor hava; zehir gibi soğuk ve rüzgârlı… İşte böyle bir kasvetli rüzgâr, ellerinden tutup onu hepten kuş misali dönülmez ufuklara uçurdu…
Nene, gözünün önünde cereyan eden hakikati kabul edemiyordu. Belki de nefsine ağır geliyordu, belki çaresizliği ağır bastığındandı. Oysa her şey olması lazım geldiği gibi oldu. Bitmeye yüz tutmuş bir mumun alevi gibi titrek, ardına kadar açılmış bir pencere, bir lime lime olmuş genç yaşta yorgun, dert yükü kalbi; ürkek ve acı doluydu…
Güz, hazan mevsimi derlerdi de pek inanmazdı Nene. Bak işte çoktan kaybetmiş ziyaretçilerini, son kavak yapraklarıyla beraber bir şehit daha düşüyor kara toprağın, kara bağrına… Tarihini bilemediği bahara kadar elveda…
Ancak loş odada bir kış kalmıştı ki; zehri kara, bir de boynu bükük iki ihtiyar ana, bir çaresiz Nene ve dünyadan bihaber yavru Nazım… Ve bir de anasının “yesin, biricik evladım, kendine gelsin” diye itinayla pişirdiği bir tas herle…
- Abiii! Abiiii...
- Hasan’ım! Evladım!
- Abim hasretini çektiği şehitlik müjdesine kavuştu mu ana?
- Kuzum! Ben kimlere yiğidim, aslanım diyeyim?
- Biz kendi hâlimize oturup ağlayalım ana! Hayata, memata, öldükten sonra Cennetten ve Cehennemden başka bir yere gidilmediğine adımız gibi inanıyoruz...
- Hasan’ım!
- Abim! Dadaşım!
Anan; kuzum kuzum diye meler, ağlar!
Bacın; akı çıkarıp karalar bağlar!
Yıkıldı evimiz, viran oldu bağlar!
Derdime insan değil, dayanmaz dağlar!
Nene, anasını “teselli edeyim” derken, kendisi muhtaç oldu. Kan çanağına dönmüş ela gözlerinden sicim gibi akan yaşlara, dilinden dökülen yürek yakan sözlere, hiç mâni olamıyordu:
Anam, anam, canım anam!
Ben hangi dertlere yanam!
 
Mehmet’im asker, kaldım tek...
Buna dayanır mı yürek?
     
Anam anam, canım anam!
Abim yok; kime dayanam?
           ***
Nene, farkında olmadan öyle bir çığlık atmıştı ki, bütün mahalleli ayağa kalktı. Baraka tipli, eğreti ve birbirine bitişik toprak damlı evlerden duymayan kalmadı neredeyse. Kadınlar, çocuklar sesin geldiği eve koştu. Osman Bedreddin Efendiye haber salındı. O da odun kırıyormuş, işini yarı bıraktı geldi.
Asker Hasan, tam soğumamıştı. Sanki ağrıları dinmiş, vücudu rahatlamış, günlerce uykusuz kalan yorgun biri gibi uyanmamak üzere derin uykulara dalmıştı. Rüyalar âlemindeymiş gibi sevimli bir hâli vardı.
Osman Efendi, ayna çıkarıp ağzına tuttu. “hayır” manasında başını salladı sadece... Yarı aralı göz kapaklarını indirdi, namazdaymış gibi önünde bağlı kollarını açtı her iki yanına uzattı, cebinden çıkardığı bir mendille çenesini bağladı. İçinden de hep okuyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.