"Kaçmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor ki!.."

A -
A +
Nene, hem taziyeleri kabul ediyor, hem de memleket meselelerini dinliyordu.
 
Nene’nin kayınvalidesi bir hayli tedirgindi. Oğlunun akıbetinin de Hasan pehlivan gibi olacağından korkuyordu. Önlerinde tutunabilecekleri, ümitvar hiçbir işaret yok gibiydi.
Nene’nin üç adım ötesinde, kahverengi elbiseli bir genç kız, inci gerdanlık takmış, solgun benizli bir kadınla, memleket meselelerinden bahis açtı. Ulucami’nin sütunlarını, Palandöken’i, Yaylayı, Top Yolu’nu, Çılçıl’ı, Paşa Pınar’ını ve gümbür gümbür akan serin suların kaynadığı gözeleri, etrafındaki tereleri, kekreleri, ay ışığında Çeperli’nin görünüşünü övüyordu.
Nene, hem taziyeleri kabul ediyor, hem de memleket meselelerini dinliyordu.
- Hayır o bir zamanmış! Beyler, paşalar toplanırlar, zorda kalana yardım ederlermiş. Hastasına derman olur, sağına göz kulak… bakarlar, yetişirlermiş. Şimdi o iyilik perileri nerede?
- Devir değişti anam, çok değişti!
- Değişmeseydi hiç bu Ermeniler sana, bana efelenebilirler miydi!
- Dal kıran, baş kesen olmuşlar!
- Hasan abim: “Uruslar, tuhaf millet, kendi menfaatlerine bakar, bildiklerini işlerler. Dünya umurlarında değildir! Bunlardan en beteri de Ermenilerdir, İngilizlerdir! Düşmanlarınızı iyi tanıyın, tedbirlerinizi ona göre alın!” diyordu.
- Onların içinde epey kaldı, bilirdi rahmetli.
- Bir de “Urus’tan çok Ermeni’den korkun” derdi hep!
- Bir şey biliyordu ki, öyle diyordu pehlivanım.
- Bir zaman biz de öyleydik... Şimdi kaçmaktan başka elimizden bir şey gelmiyor! Orta malı yaptılar, gelen vuruyor, giden vuruyor!
- Şamar oğlanı ettiler desene!
- Aman ne bileyim? Aklıma geleni söylüyorum. Bende akıl mı bıraktılar?
- Herkes bir âlem!
- Evvelleri ağalar, beyler, paşalar, ulema öne çıkar zayıf, ihtiyaç içindekileri tespit ederlerdi. Kahvelere haber gider, esnaf yığılır, âlimler vaaz eder, konuşur, gençler dinlerdi; ama o zamanın âlimleri, hâkimleri; kendi menfaatlerini değil, Allahü teâlânın rızasını düşünür, ona münasip iş yaparlardı, Allah’tan korkar hak yemezlerdi.
- Şimdikileri öyle mi? Zorda kaldıkça yine “ah, of” ederler ama kendileri söyler, kendileri dinler; ne baş vardır, ne de ayak...
- Dadaşlar bu hâlleri bilmiyor mu?
- Dadaşlar bilseler bile ne yapacak ki? Zaten onlardan biraz çekinir, korkarlar. O da olmazsa hepten önleri alınmaz!
- Az şey değil dadaşlardan çekinmeleri! Ne yapacaksın ki iktidar ellerinde. Ellerinde ama ne yapacaklarını bilmiyorlar onlar da! Her şeyi cahil cühelaya bırakmışlar, bir şey desen; tez elden bir kulp takar, elini ayağını bağlar, yolsuz ederler, sıra vermezler.
- Osman Bedreddin Efendi, kendi hâliyle, kendi diliyle şu andaki devletin harap olmuş perişanlığını, bozukluğunu, tane tane ne güzel anlattı.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.