Nene’nin anlattıklarını duyanların konuşacak mecalleri kalmamıştı!

A -
A +

Ahmet Muhtar Paşa, her şeye rağmen zayiat vermeden sulh yolunu tercih ediyor...

 
Ahmet Muhtar Paşa’ya ne diyeceklermiş ki:
“Paşam! Paşam... İşittik ki; bu vatanın halis evlatlarını tanıyamamış olan bazı zavallılar; ‘Şehri müdafaa yerine, düşmanın gazabını üzerimize çekmeden buradan sıvışalım, çoluk çocuğumuzu kurtaralım…’ diyorlarmış. Paşam; onlar üç beş kendini bilmez kişi, belki de Türk ve Müslüman da değillerdir. Korkak zavallılar olsa gerektir! Bu diyarlar hep Türk ve Müslüman yaşamış ve öyle de kalacaktır evvel Allah. Bizim bedenimiz çiğnenmeden ne Urus, ne de Ermeniler dadaşlar şehrine giremeyecektir, bi iznillah!’’ Dahası aklımda kalmadı. Çok kalpten yazmışlar. Heyet şu sıralar paşanın huzuruna çıkıyormuş, belki de şimdi bu meseleler konuşuluyordur. Yani anlayacağınız millet topyekûn ayakta bizim gibi ne uykuları var, ne de rahatları...
-Bu yiğitçe sözler karşısında ne denir ki a evladım? Maşallah
Dadaşlarımıza, hislerimize sahip çıkmışlar. Bizler de kadın hâlimizle aynı şeyleri düşünmüyor muyuz?
-O mecliste bulunanlar herhâlde lazım geleni yaparlar…
İhtiyarlar da gözyaşlarını tutamayıp hep birlikte ağlaşınca Nene sözü başka tarafa çekmeye çalıştı. Paşa, dadaşların sağlam duruşu karşısında lakayt kalmaz, fevkalâde memnun olur. Vatanın müdafaa edileceğini, düşmana haddinin bildirileceğinin müjdesi gelir yakında. Nene, sevindirici şeylerden bahsederek, gönüllere su serpmeye çalıştı kendince.
Ahmet Muhtar Paşa, her şeye rağmen zayiat vermeden sulh yolunu tercih ediyor. Bu sebeple Rus orduları komutanı General Loris ile irtibat kurmuş, defalarca görüşmüş. Katı, şımarık, küstah tutumlarına rağmen kestirip atmamış, haberleşmeye devam etmiş.
Ruslar, görüşmelerin her defasında “Erzurum’un teslim edilmesini” istemişler. Gazi Ahmet Muhtar Paşa da; “şehri kanımızın son damlasına kadar müdafaa edip savunacağız” şeklinde kesin ve kararlı bir cevap vererek hazırlıkları hızlandırmış, lazım gelen tedbirleri almaya başalamış.
Nene’nin anlattıklarını duyan kadınların hiçbirinde konuşacak mecal kalmamıştı. Ağlaşarak, birbirlerine haklarını helâl ettiler. Gözleri yaşlı evlerinin yolunu tutarlarken ne yapacaklarını bilemiyor, meçhul akıbetlerine yanıyorlardı. İyice şaşırmışlardı. Sadece ağlama iniltileri, burun çekme ve bir de zayıf ayak seslerinden başka bir şey duyulmuyordu...
          ***
Yükleri pek ağırlaşmış, mesuliyetleri de… Kış, çaresizlik, demekti. “İleride ne olacağız” korkusu da ilave edilince tesiri daha bir artıyordu. Şehirde ayakta ve hayatta kalabilmek için tırmandıkları zor hayat yollarını kazasız, belasız veya az hasarla yürüyebilirlerse ne âlâ… Vakit geçmiyor, her şey ağır, aksak ilerliyordu. Rus istilası haberleriyle birlikte kış da aniden bastırmıştı. Hem cemiyet içinde, hem de çevrede hava çok soğuktu. Erzurum ovasının bütün rutubeti donarak yeryüzüne kar ve buz olarak yağıyordu sanki. Belki de içinde bulundukları şartlardan dolayı onlara öyle geliyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.