“Zeliha; yaklaş Kafdağı’na artık bitir şu hikâyeyi...”

A -
A +
 
 
Yan sekide, orta yaşlarda olmasına rağmen yaşlıca duran bir ihtiyar kadın oturuyordu.
 
Anlattığı hikâyenin tesirinde öyle kalmıştı ki; dinleyen mahalle çocukları kadar Zeliha ananın yüzünde bile bir ara karanlıklar ışıdı, umut parıltıları görüldü. “Neylersin ki dünya böyle çileli bir yerdi” dedi, çocukların üzülmemeleri için yalancıktan da olsa gülümsedi.
Katar katar kervanların, bezirgânların nasıl çalışıp neler neler taşıdıklarından, turnaların selâmlarını nasıl yâre ulaştırdıklarından, çocukların göllere nasıl keyifli dalışlar yaptıklarından, çiçekli çayırlardan, daldan dala savrulan salıncaklardan, bitmeyen kızartılmış et dolu sahanlardan bahsedip durdu… Hâlbuki şartları çok ağırdı. Bütün hayalleri uzayıp giden Erzurum ovasıyla sınırlı olmalıydı.
Henüz küçük de olsa bir ümit ışığı görülmemişti.
Yan sekide, orta yaşlarda olmasına rağmen yaşlıca duran bir ihtiyar kadın oturuyordu. Bazı köylüler gibi soğuğa aldırmadan ihramını çıkarmıştı. Kucağında bir demet lavaş ekmek... Belki de ev ev dolaşıp bunları satıyordu.
Zeliha ana, oğulcuğu Hasan’ın vefat ettiğini sanki unutmuş gibi hareket ediyordu. Oturmuş, sekinin bir ucuna, anlattıkça anlatıyor... “Kurnaz tilkilere, yemeleri için ölmüş tavuk atarken, uzun kuyruklarını ve kulaklarının, burunlarının sivriliğini, dilinin gül pembeliğini görebilirsiniz çocuklar” diyor, devam ediyordu.
Ekmekçi ihtiyar, yandan seslendi; “Zeliha Hanım; yaklaş Kafdağı’na artık bitir hekâtı (hikâyeyi)” dedi, lâf attı şakacıktan. Buruşuk dudaklarının arasından tek tük kalmış sararmış dişleri; çürük odun parçası gibi görünüyordu. İhtiyar, dizlerindeki yamalara vura vura "ah vah" çekiyordu.
Oysa Zeliha ana, çocukların sokağa çıkmasına mâni olmak için uzattıkça uzatıyordu hikâyesini. Çoğunun babası veya abileri askerde olan bu yavruların az da olsa huzur ve saadete ihtiyaçları vardı. Şelâlesinde billur gibi suların aktığı, bolluk, bereket diyarlarında bu çocuklara yer yok muydu? Hekâtı dinleyen o masumlar gitmiş, hiddetli büyükler gelmişti sanki. İhtiyar ekmekçi kadına kızıyorlardı ama belli etmiyorlardı.
- Sanki hiç çocuk olmamış, birdenbire büyümüş!
- Kızmayı öğrenmiş sadece!
- Ne hoş anlatıyor Zeliha ana…
- Sözünü niçin keserler ki?
- Yanlış anlamayın arkadaşlar! Bakın eze tebessüm ediyor! Şaka yapıyor şaka!
- He ya…
Daha neler demiyorlardı ki kendi aralarında. Mevzuya tam vâkıf olmayan Nene de kadına nazikçe çıkıştı:
- Ben çocukları zar zor topladım eze! Anamı niçin susturuyorsun ki?
- Öyle ya ananı niçin susturuyorum ki!
- !!!
Kadıncağızın bu alttan ve içten cevabı, Nene’yi de hislendirmişti. Bir ekmekçi kadına bir anacığına baktı. Canı anacığı da konuşmalardan mı ne toparlanmış, kendine gelmiş, nasıl da dirileşmişti. Masumane bakışlarını kucağındaki ekmeklere çeviren o ihtiyara acıdı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.