Okunan Türkü, demir leblebi gibi içine oturmuştu!..

A -
A +
Sevimli çocukları seyrediyor, İbrahim’in ne söyleyeceğini ise iyice merak ediyordu Nene.   Küçük dadaş, büyük adam edasıyla cevap veriyordu Nene'ya: - Ooo! Herkes bilir. Dahası da var eze! - Dahası da ne? - Ahmet Muhtar Paşamız Ahıska, Nahçıvan, Gence’den Urusları önüne katıp sürünce, oradaki abilerimiz bir türkü söylemişler! - Azerbaycanlı abilerimiz mi söylemiş? - He abla! İbrahim de pek güzel ezberlemiş! Emmisi mi ne askermiş, o ağzından hiç bırakmıyormuş bu türküyü, o da dinleye dinleye ezberlemiş! - Hele söylesin bakayım! - Hey İbrahim! İbrahim o “Lâleler” türküsünü bir çığırsana! A, bu abla da merak etmiş bir dinlesin! - Olur! On on bir yaşlarındaki İbrahim, büyümüş de küçülmüş edayla, yakındaki taşlardan birinin üzerine oturdu. Boğazını temizledi, tükürdü, yırtık çarığıyla da üzerini toprakla örttü. Bu hareketi, Nene’nin gözünden kaçmamıştı, pek hoşuna gitmiş olmalı ki; buruk bir tebessümle, saçlarını okşadı, memnuniyetini gösterdi. Sevimli çocukları seyrediyor, İbrahim’in ne söyleyeceğini ise iyice merak ediyordu Nene. Yazın evvelinde, Gence çölünde,Çıhıblar yene de dize lâleler!Yağışdan ıslanan yaprağlarını,Seripler dereye düze lâleler!   Heyalımdan neler gelib ne geçer?Yaz geler ellere durnalar göçer,Bulağlar semaver ağ daşlar şeker,Benzeyir çemende köze lâleler!   Meylim üzündeki gara haldadır,Hicranın elacı ilk vüsaldadır,Ne vahdır âşığın gözü yoldadır,Bir gonağ gelesiz bize lâleler! Okunan Türkü, demir leblebi gibi içine oturmuştu Nene'nin. Görmediği, bilmediği insanlarla, uzaktan ve de muhabbetle selâmlaşmak, dost bilmek, dert dinlemek, derdini söylemekti belki de bu kıtalar. Canından can bu insanları sarmak, sarmalamak, Anadolu sıcaklığıyla ısıtmaktı belki de. Belki de; tutmaktı avuçlarının içinde, kan ile yoğrulmuş vatan toprağını! Daha önce binlercesinin elinden geçmiş, işlenmiş, yorgun ama güçlü olarak tutmaktı... Hiçbir zaman hissedemeyeceğin kadar çok anlaşıldığını hissetmekti bu sözlerle. Belki de en yakın dosttan; çok ıraktaki dostlara sır dolu haber yollamaktı bu nefesleriyle… Okunanlarla doldurup ciğerini, kalbiyle duymak, beyniyle geri vermekti belki de… Belki bu söylenenler; bir çığlıktı, dinleyenin duyabildiği, hissedebildiği kadar yüksek ve oldukça manidar bir feryattı… Belki de; gidene dur, durana koş diye seslenmekti. Oturana, koşana, ağlayana, gülene, babalara, analara ve bütün sevdalılara yalvarıp yakarmaktı. Belki de; güçtü, kuvvetti, silahtı, cephaneydi Allah için mücadele edenlere… Belki de “biz kardeş bir milletiz” demekti… Kara sevdayı, aşkı, muhabbeti, harbi, barışı, geceyi, gündüzü, uzağı, yakını, kaybetmeyi, bulmayı, kıskanmayı, özlemeyi, beklemeyi, dayanmayı, dik durmayı, merhabayı, vedalaşmayı, isyan etmeyi, alttan almayı, doğruyu, yanlışı, hayatı, mematı öğretmekti belki de… Belki de içten ve samimice kucaklaşmaktı… Belki de; mazisiyle, geçmişiyle, istikbâliyle, geleceğiyle hesaplaşmaktı, kim bilir? DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.