Memleketin dört bir yanı âdeta alev topuydu!..

A -
A +
Dünyada olup bitenlerden bihaber çocuklar, giderken bir müddet peşleri sıra baktı Nene...     Küçük İbrahim Nene'ye baktı: - Daldın eze! - Sorma! Bu sıraları böyle hep dalar giderim ötelere! - Anam gibisin! - Demek bütün kadınlar hep aynı; dalgınlar! Ağzına sağlık İbrahim! Ne hoş söylermişsin sen? - Abla ağlattığım için kusuruma bakma! - Sulu gözlü olduk İbrahim! Erim, askerde de belki ondan! - Benim de abim orada! Aha Nuri’nin dayısı, Şuayb’ın eniştesi, Mustafa’nın emmioğlu da hep asker… Herkesin evinden bir iki kişi var askere giden. - Öyle ya her evden var... Dünyada olup bitenlerden bihaber çocuklar, gülüşüp uzaklaşırken bir müddet peşleri sıra baktı Nene. Memleketin dört bir yanı, âdeta alev topuydu. Şark'ta, Garp’ta, denizlerde amansız tecavüz ve saldırılara maruz kalınmıştı. Kocamış bir aslanın etrafını sarmış, aç sırtlanların, acımasız dişleri arasında ölüm, kalım mücadelesi veriyordu devlet. 1293 senesi, bütün millete felaketler getirmişti; yerlerinden, yurtlarından edilenler, erleri ve gencecik evlatları askere alınanlar, açlık, hastalıklar, daha düne kadar yediği içtiği ayrı gitmeyen gayrimüslim tebaanın isyanları, yağma, talan dadaşları canlarından bezdirmişti! Bu sene Ruslarla yapılan muharebelere, savaşlara kısaca; "Doksanüç Harbi” denilecekti. Neredeyse bütün dünyaya karşı verilen destansı mücadeleleri kelimelerle anlatmak kolay olmuyordu. Malzemesi; insan olan harpler; âdeta can pazarıydı, sadece acı, gözyaşı ve kan kokuyordu! Devlet-i muazzama diye tabir edilen dünyanın en büyük emperyalistleriyle; diğer bir ifadeyle “yedi düvelle" karşı karşıyaydı memleket. Son teknoloji ile geliştirilmiş silah, teçhizat, yüksek donanım, üstün eğitimli ve pek disiplinli çok sayıda askerlerle geliyorlardı gelenler. Kinleri, nefretleri o kadar büyüktü ki, girdikleri yerleri topyekûn imha ediyorlardı. Belli ki; Osmanlı’yı hepten yeryüzünden silip süpürme fikri ve düşüncesiyle son darbeyi vurmak istiyorlardı! Bu yüzden, biraz olsun nefes aldırmıyor, üzerine üzerine gidiyorlardı. Osmanlı’yı tarihin tozlu sayfalarına  hapsetmeden rahat bırakmayacaklardı. Buna rağmen; içte ve dışta amansız mukavemet gösteriyor, tarihe altın harflerle yazılacak muharebeler kazanılıyordu. Garp cephesinde Gazi Osman Paşa, Şark cephesinde ise Gazi Ahmed Muhtar Paşalar, dar imkânlarla ve demode, eski silahlarla destan yazıyorlardı âdeta. Bu müdafaalar, bütün dünyada da hayranlık uyandırıyordu. Ruslara karşı yapılan Plevne’deki ve Kafkaslardaki Türk mukavemeti, dilden dile dolaşarak taa İngiltere’ye kadar uzanmıştı. Tam o sıraları da yani 1877’de İngiltere'nin bir orman kasabası olan Fordingbridge’de futbol takımı kurulmuş, ona isim aranmaktaydı. Kazanmak, rakiplerini saf dışı edebilmek için meşin yuvarlağı tekmeleyerek oynanan bir ayak oyunu oynuyorlardı. İngilizcede buna "Football” deniliyordu. Halk pek rağbet ediyordu. Bu gidişte, bu müsabakalar büyüyecek, daha sonra da bütün dünyayı saracaktı. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.