Hangi dağın çiçeğini koklasam, Arı ağlar, kovan ağlar, bal ağlar...

A -
A +
 
Şükriye anne, canından can Ali'ciğinin alnında birikmiş boncuk boncuk terlerini sildi...
 
Sisler arasında köyüne gidiyor ve tanıdığı arkadaşlarını görüyordu Ali... Bu sefer de el uzattığı hâlde bir türlü dokunamıyor, tutamıyordu. Hırsından, “Size ne oldu, niçin benden kaçıyorsunuz?” diye bağırıyor, bir türlü sesini duyuramıyordu. Bu kaçıncı rüyaydı köyle mektep arasında gidip geldiği? Onu da bilmiyordu Ali…
Bir insanın yaşaması için arkadaş, eş dost, hısım akraba şarttı. Onlarsız hayat mı olurdu? Cıvıl cıvıl talebeler bir araya gelmeliydi, yaşıtlarının içinde olmalıydı ama ve lakin bir türlü bu dediklerine ulaşamıyordu…
Yaşamak; kalbin atmasından ve nefes almaktan ibaret olmuyordu ki... Yürekceğizi çarpıyor, ciğerlerini mis gibi havayla doldurup boşaltıyordu da hasretini çektiği akranlarının arasına bir türlü karışamıyordu.
Ali’nin dünyası böylesine karmakarışıktı, acıları da dayanılacak gibi değildi. Ne olmuştu da kolu kanadı kırılmış, yataktan kalkamıyor, sevdiklerine bir türlü kavuşamıyordu?
Hangi dağın çiçeğini koklasam,
Arı ağlar, kovan ağlar, bal ağlar.
Hangi günün şafağına uyansam,
Hasret çağlar, gurbet bağlar, yol dağlar.
Şükriye anne, bir gölge gibi yaklaştı yatağının yanına. Canından can Ali'ciğinin alnında birikmiş boncuk boncuk terlerini sildi. “Bir tanem” dedi, şefkatle seyre daldı. Daha dün gibiydi, seneler ne de çabuk geçmişti. Acılar; insanları olgunlaştırıp hamlıktan çıkarsa, pişirse de sabretmek o kadar kolay olmuyordu. Kafasında binbir sual ve hâtıralarla yeniden eğilip itinayla yorganı açtı yorgun ve çilekeş anne. Biricik oğlu Ali’nin, kelebek hassasiyetiyle gömleğinin düğmelerini çözdü. Korkunç bir şeyle karşılaşacakmış gibi kalbi küt küt atıyordu. “Ah!” diye inlemeyi duyunca ürperdi:
- Ali’m! Uyandın mı?
- Bilmiyorum ki anne, uyuyor muyum, uyanık mıyım? Ama bildiğim tek şey var her gün okula, köyümüze gidip geliyorum anne. Gidiyorum ama nafile; sanki insanlar öcü görmüş gibi benden kaçıyor, saklanıyorlar, kimseleri göremiyorum, görsem de bir türlü dokunamıyor, iki laf edemiyorum. Ah kolum!
- Koluna ne oldu?
- Ah, acıyor! Orada ne var anne? Bir baksana!
- Yavaş ol!
- Gördün mü?
- Bir şey yok Ali’m! Biraz kızarmış sadece! Geçer inşallah!
- Ama canım yanıyor anne!
- Olur öyle şeyler yavrum! Sen uyu, istirahatine bak, geçer biiznillah!
Bir ses gelmeyince çocuğun uyuduğunu düşünen Şükriye Hanım, gayriihtiyari hasta yatağından uzaklaşıp odanın bir köşesinde oturan kocasının yanına gittiğinde beti benzi iyice solmuştu. Biraz ferahlanmak için mi ne pencereyi açtı… Kuş cıvıltıları, motor gürültüleri, çocuk bağrışmaları, bir uğultu hâlinde odanın içini dolduruverdi birden. Kocasıyla göz göze geldiğinde; “Allah’ım, şimdi ne yapayım?” diye inledi.
- Ümit yok mu?
- Allah’tan ümit kesilmez ama!
- Aması yok! Allah kerimdir hanım!
- !!!
- Belli etmiyorsun lakin yüzün sapsarı!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.