"Böyle durup ölmesini mi bekleyelim yavrumun?.."

A -
A +
"Tövbe de hanım! Bütün sebeplere yapışalım; sonrasını Allahü zülcelâle tevekkül edelim..."
 
Kadıncağız kocasına bakarak iç geçirdi:
- Canım evladım elimizden uçacak bey!
- Ne dedin?
- Şey!
- Ağzını hayra aç! “Hasta olan değil, vadesi dolan…” derdi büyüklerimiz.
- Korkuyorum bey!
- Hele bir de ben bakayım! diyerek kalkıp çocuğun yanına geldiler birlikte. Baba, Ali’nin yüzüne, gözlerine, göğsüne baktı dikkatlice.
- Hepsi de üst üste geldi!
- Allah’ım, Allah’ım! Oğlumu bana bağışla! Bey, bu işin mütehassısı yok mu, yakında hekim mekim bulunmaz mı, bir göstersek? Bunca insan, çocuk hasta oluyor, mutlaka bakan birileri vardır!
- Elbette vardır hanım! Sen evlat kaygısında, ben hem evlat hem de geçim telaşındayım! Şimdilik elimden gelen duâ etmek. Bir yolunu bulabilirsem doktora da götüreceğim hanım! Bu çeşit hastalıklar, mevsim ve hava değişiminden dolayı oluyor. Ali’min bünyesi zayıftı, dayanamadı demek ki!
- Ne edip edip, çaresine bakalım efendi? Böyle durup ölmesini mi bekleyelim yavrumun?
- Tövbe de hanım! Bütün sebeplere yapışalım; sonrasını Allahü zülcelâle tevekkül edelim. Dert ondan, şifa da...
- Öyledir efendi. Telaşımı bağışlayın! Ali’m, Rabbimin emaneti, en kıymetli hediyesi bizlere. Öyle ki canımdan can!
- Derim ki; muhtardan fakirlik ilmühaberi alalım, kaymakamlığa gidelim! Onlar bir yol gösterirler.
- Elbette efendi! Böyle eli kolu bağlı da durulmaz ki! Kıbrıs gâzisi olduğunu söylesen kapılar açılır.
- Kıbrıs’ı, gâziliğimi karıştırma kıymetli hatunum!
- Sen de bir âlemsin! Ne zaman bu mevzuya değinsem bir tuhaf oluyorsun! Sanki bir hata, kusur etmiş gibisin Bey!
- Vatan, bayrak için, Allah rızası için yapılanların karşılığı ahirete kalırsa daha büyük bir mükâfat olur hanım. Ecdat, onları geçim yolu etmemişler, biz de etmeyelim. Sebeplere yapışalım yeter. Şunu da unutmayalım ki büyük bir imtihandan geçiyoruz. Aslında her durumda şükür ve sabır esas olmakla beraber, varlıkta şükür, darlıkta sabır daha mühim ve daha kıymetli. Zira insanlar umumiyetle nimet ve refaha kavuşunca nimetin sahibini unuturlar, darlığa düşünce sızlanıp feryat ederler. Ne kadar da isyankâr olmak istemiyorsam da zayıf kul olduğumun farkındayım.
- Maalesef efendi! Hepimiz de zayıfız ve içimizde “nefis” denen bir canavar taşıyoruz.
- Ah bu nefsin elinden çektiklerimiz! Bizi ta buralara kadar sürükledi.
- Oldu bir kere! Ne yapacaksak ona bakalım Bey! Ahlanmanın kime ne faydası var? Köye dönecek hâlimiz de yok!
- Buranın ne farkı var ki köyden? Sadece şehrin gürültüsünü duyuyoruz.
- Maalesef…
- İmkân meselesi.
Derme çatma avlunun geniş aralığından dışarı baktı Şükriye Hanım. Mavi ve turuncu karışımı bir gökyüzü altında sanki sonsuzluğa doğru uzanan yeşil bir derya uzanıp gidiyordu gözünün önünde. Siyah beyaz, göğsü yanardöner kuşlar birbiriyle dalaşıyordu. Bu canlılığı gıptayla seyreden Şükriye Hanım “Onlar da rızıklarının peşindeler” dedi. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.