Bulutlar, gökyüzünde süzülen martılarla yarışıyor gibiydi...

A -
A +
Öbek öbek yüzlerce, binlerce kuş, o güzelim ötüşleriyle sabahı, çoktan başlatmışlardı bile.
 
 
İnsanlık, ona göre herkese yardım demekti. Komşular da aynı hislerle hareket etmemişler miydi? Bu yardımlaşma olmasaydı dertlere, sıkıntılara dayanmak ne kadar zor olurdu. Babacığı sık sık; “dert ve sıkıntılar paylaşıldıkça azalır, huzur ve saadetler paylaşıldıkça artar…” derdi. Evlatlarını da aynı duygu ve düşüncelerle yetiştirmek istiyordu, yoksa hayatın ne manası vardı?
         ***
Sabahın ilk ışıkları; yol yol, çatıları yalayarak yükseliyordu. Baştan başa uzayıp giden bir kızıllık, sanki koyu yeşil denizi ikiye bölüyordu. Pamuk yığını bulutlar, gökyüzünde süzülen martılarla yarışıyor gibiydi. Öbek öbek yüzlerce, binlerce kuş, o güzelim ötüşleriyle sabahı, çoktan başlatmışlardı bile. Ağaç dalları, bahçe duvarları, çatılar salkım saçak serçe cıvıltıyla kaynıyordu.
Ali, “böyle bu kadar kuşu bir arada görmemiştim, köyde bile yok” dedi, etrafını seyre daldı. Bitmez bir melodi gibi etrafı çınlatan sesler, bütün insanlara ve hatta her canlıya günün başladığının müjdesini veriyor gibiydi.
Güneşin sıcaklığıyla birlikte, dal uçlarından tutunan uğur böcekleri uçmaya hazırlanıyor, karıncalar çoktan yuvalarına yiyecek taşıma telaşına düşmüşler, arılar, kelebekler çimenlerden çiçeklere konup konup kalkıyorlar, evlerin çatıları, hemen her şey, bütün ağaçların tepeleri güneşin altın hüzmeleriyle gittikçe kızarıyor, yanıp tutuşuyordu. "Bütün tabiat uyanmıştı da insanlardan hâlâ uyuyan vardıysa yazıklar olsun” dedi, yürüdü Ali.
Bütün gece karanlığı yırtarcasına havlayan, uluyan köpekler çoktan susmuştu. Her taraf bir uçtan diğer uca kadar, korna sesleriyle, çocuk bağrışmalarıyla inliyordu. Köyde olsaydı koyun kuzu sesleri, sığırların böğürmeleri, merkep anırmaları da karışırdı bu ses dalgasına.
Az ötede sıra sıra dizilmiş çınarların, her evin bahçesinde sokağa taşan sarmaşıkların, sınırları çevreleyen servilerin, rastgele sağda solda yükselen incir, erik ve yenidünyaların, birbirine girmiş ceviz, nar ve ayvaların, bağ, bahçe ve tarlaların sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyanışı Ali’yi köyüne götürmüştü çoktan. Karşı dağların ardınca yükselen güneşe baktı. Olmadı, bir kere daha baktı. Bu kadar güzelliğin içinde tarifsiz bir sıkıntının izleri vardı yürekciğinde.
"Yolda, evde bizlerle meşgul olmakla yorulmuş anacığım da ne yapacağını şaşırmış!" dedi. "Allah vere de, benim gibi hastalanıp tamamen elden ayaktan kesilmese! Yataklık olup yatıp kalmasa! Gerçi babacığım, onun bir dediğini iki etmiyor da… O ne yapsın? İşe gitmek mecburiyetinde. İkisi daha küçük üç çocuk; hepten bakıma, yardıma muhtacız. Bana ana olan bu fedakâr kadın, buraların da yabancısı. Ne insanları, ne de çevreyi tanıyor. Hoş, şimdi sağlığı yerinde. Karı koca birbirlerine yük olmuyorlar. Fakat, yarınların ne getirip götüreceği belli değil…"
İki elini alnına götürdü. Ağaç dallarının arasından süzülen güneş ışınlarından kamaşan gözlerini ovdu...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.