“En iyisi okula geç kalmayayım...”

A -
A +
Nice düşüncelerle okulun bahçesinden içeri girdiğinde zil de çalmıştı.
 
Dalgınca toprak yolda yürürken önüne küçük bir su birikintisi çıktı. Atlayım derken de çamura saplandı. “Eyvah! Üstüm başım berbat oldu, ayaklarım da…” dedi, kenara çıktı. Otlarla temizleyebildiği kadar temizledi. Zaten iyice eskimiş olan spor ayakkabıları, çamurla daha beter olmuştu. Yapacak bir şey yoktu yeniden giyindi. Eve geri dönseydi değiştirebileceği yeni bir ayakkabısı ve elbisesi zaten yoktu. “En iyisi okula geç kalmayayım” dedi, bütün cesaretini toplayarak hızlandı Ali…
 
Hastalıktan kalkıp yürümesi ne büyük nimetti. Böyle bir günde okula gidebilme kuvveti bulduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyor, hâline şükrediyordu.
Bir belgesel seyretmişti; dünyanın bazı yerlerinde okula gitmek için yapılan yolculuk, sanki engelli parkuru gibiydi. Bilgiye, ilme ulaşmak için tabii şartlarla âdeta harp ediyordu çocuklar. Hâliyle kavuştuklarına, öğrendiklerine “harp ganimeti” diyor, kadrini biliyor, kendilerini de birer “fatih” görüyorlardı haklı olarak.
 
Her sabah, hayatlarını tehlikeye atan bu fedakâr çocuklar, yeni şeyler öğrenmeye, yaşadıkları mavi gezegeni ve içindekilerini tanımaya koşuyorlardı. Cehaletin çirkin yüzünü o yaşta görmüş gibiydiler. Merakla seyretmişti Ali, hepsini de. Bu talebeler, kendi gerçek hikâyelerinin kahramanlarıydı. Türkiye’den Abdullah, Kenya’dan Jackson, Arjantin’den Carlito, Fas’tan Sahura, Hindistan’dan Samuel gibi dünyanın değişik bölgelerinde ve zor şartlarda yaşayan dahası evlerinden çok uzakta bulunan mekteplerine, okullarına her sabah ulaşmak için karda kışta, yağmur ve çamurda, sel sularıyla, uçurumlarla, çölün kavurucu sıcağıyla, vahşi hayvanlarla ne mücadele verip uzun ve meşakkatli bir yolculuk yapmak mecburiyetinde kalıyorlardı. Şimdi o çocukların hâlini düşündükçe kendi durumunun nasıl büyük nimet olduğunu daha iyi anlıyordu. Babasıyla okudukları bir kitapta ne deniyordu? “Bir insan, bulunduğu durumuna hamd etmeli. Beceremiyorsa, hep kendinden aşağıda olanlara bakmalı…” Evleri eski püsküydü ama açıkta değildiler, mektep yakındı, şehre rahat gidip geliyorlardı. Çok şeyleri eksikti ama şükredecekleri daha çoktu… 
 
Nice düşüncelerle okulun bahçesinden içeri girdiğinde zil de çalmıştı. Kalbinin atışları hızlandı elinde olmadan. Bir iki adım ötesi yeni öğretmeni, arkadaşları onu bekliyordu. Yürekceğizinin küt küt vuruşunu hissettiğinden mi ne yüzü kızardı. Onu ilk karşılayanlar nöbetçiler oldu. Ali kendini tanıttı... DEVAMI YARIN
 
 
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.