"Eksik bilgi insanı maskaralığa kadar götürür çocuklar!.."

A -
A +
"Hocam, zencileri vahşi olarak bilirdik! Yamyam ve hatta insana yakın goriller!.."   Öğretmen: -Çocuklar, ben bunu ilk okuduğumda çok manidar bulmuştum. Türk İslâm âleminde de bunun âlâsı ibretlik hikâyeler sayılmayacak kadar çok. “Bir elin nesi var, iki elin sesi var” ecdat sözü, birlikte iş yapmanın ehemmiyetini özetliyor. Köy çocukları bilir. Ali, daha henüz geldiği için daha iyi ne demek istediğimi anlar. İmece denen bir yardımlaşma âdetimiz vardır. - Nasıl öğretmenim? - İsterseniz bunu Ali’ye soralım. Ne dersin Ali? - Efendim, köyde yardımlaşma her sahada olurdu. Kimin tarlası önce olgunlaşırsa, köylüler toplanır, onun işini ücretsiz yaparlardı. Başka bir gün de başka bir komşunun işini… Herkes kendi işinden başka bir şey yapmasa bütün ürünler kar altında kalabilir. O da emeklerin boşa gitmesi, aç kalmak demektir köyde. - Çok açık anlattı Ali arkadaşınız. Tam bir “ubuntu” örneği. Afrikalıların lisanında ubuntu demek “ben yok, biz varız” demektir. Birlikte oldukları için hepsi kazanmıştı. Hepsi de mesut ve bahtiyar oldu. O insanı, insan davranışlarını inceleyen antropolog, araştırma defterine şöyle yazmış: “Kendini değil, arkadaşlarını da düşünen ve inanan bir insan; diğerlerine açık, müspet, herkese olumlu bakabilen, iyi niyetli ve kabiliyetli bir insan demektir. Öyle bir cemiyet içinde olan kendini tehdit altında hissetmez. Onun, daha büyük bir bütünün parçası olduğunu bilmekten gelen bir medenî cesareti vardır. Diğerleri aşağılandığında, küçük düştüğünde, zulme uğradığında ya da ezildiğinde kendini de aşağılanmış, zulme uğramış, ezilmiş hisseder. Huzurlu toplum için vazgeçilmez sosyal bir yardımlaşma metodudur.” -Hocam, zencileri vahşi olarak bilirdik! Yamyam ve hatta insana yakın goriller! -İşte eksik bilgi insanı böyle maskaralığa kadar götürür çocuklar! Hani yine bir şanlı ecdat sözümüz var ya: “Yarım hekim (doktor) candan; yarım hoca (imam) dinden eder.” Bunun gibi çocuklar. -Öğretmenim, bu misallerden; her şeyi tam ve doğru öğrenmemiz lazım geldiğini anlıyoruz. -Çok doğru Ali. Unutmayalım hiçbirimiz memleketimizi, ailemizi, fizikî yapımızı tercih ederek bu dünyaya gelmedik. Kabul etsek de etmesek de bir zekâ, akıl, dış görünüşle, beğensek de beğenmesek de bir ana ve babanın çocukları olduk. Bir kimse kalkıp diyebilir mi? Benim göz rengim yeşil değil siyah olsaydı, saçlarım kıvırcık değil düz ve sarı olsaydı. Böyle beklentilere girene ne denir? -Ahmak denir öğretmenim! -Ali, derse hızlı başladın. Bakıyorum pürdikkat dinliyorsun. -Mecburum öğretmenim. - Bu cevap da sıradan değil, seçilerek söylenmişe benziyor Ali. - Estağfirullah efendim. Her derse iştirak etmesem, anlatılanları tam dinlemeyip geçiştirsem hem kendime saygısızlık, hem de size hürmetsizlik olurdu. - Beni dinleyip dinlemediğini tam takip edemem ki, kendini niçin mecbur hissediyorsun Ali? -Her bilgi, itinayla seçilmiş önümüze getirilmiş bir sofra gibi öğretmenim. Acıkmış olanların bu ziyafeti yememesi olacak şey değil. DEVAMI YARIN  
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.