Ali doğunca, ne de mesut olmuş, sevinmişlerdi...

A -
A +
Biricik evladının ardı sıra baktı, taa sokaklarda kayboluncaya kadar, buğulu gözlerle.
 
Şükriye anne:
-Yolun, bahtın açık olsun evladım. Cenâb-ı Allah her türlü tehlikelerden muhafaza buyursun! Güle güle git güle güle gel…
-Sen duâ et, gerisi kolay anne.
-Bütün kalbimle hem de... 
Biricik evladının ardı sıra baktı, taa sokaklarda kayboluncaya kadar, buğulu gözlerle. “Muhabbetin faziletini, aklın ihtişamını, huzuru, saadetin âlâsını ve sana anne olmanın hazzını yaşattın ya güzel evladım, Ali’m, yolun açık olsun” dedi, sonra aklına uyuyan çocukları geldi. "Onlar uyanmadan hâlledeyim...” dedi, yürüdü. En yakın çimenliğe uğradı. Mâniler söyleyerek peştamalını ısırgan, evelik yaprakları doldurdu hızla geri döndü.
Bekledim bekledim yollar bekledim,
Derdim biter dedim, yine ekledim.
Büyüttüm, besledim, heder eyledim,
Tabipler nerde, yok mudur çare?
 
Derdimi söylemem küsmüşüm yâre!
Tutuşan kalbim olmuş pare pare.
Bağladın elimi kaldım avare!
Yaralarım göz göz yok mudur çare?
              ***
Şükriye, bazen mâni söylüyor, kimi zaman memleket türküleri mırıldanıyor, bazen de birileri varmış gibi kendi kendine konuşuyordu. “Biliyor musun Ali’m? Eksik kalan bir hayatın parçası olmuşum, sen yokken mümkünü yok tamamlayamam, yaşasam da öyle yarım yaşarım. Köyüme, komşularıma; ‘Allah’a ısmarladık, elveda’ dediğimden beri hep içimden ağlıyorum. Bu yeni hayat pek zor olacağa benziyor! Bir elmanın yarısı köyümüz, diğer yarısı da bizim aile. Ancak dostlarla bir bütün olabiliyorduk. Şimdi yarım yamalak ne yapacağım?"
Ali doğunca, ne de mesut olmuş, sevinmişlerdi. Ebe kadın tarafından kundak Yusuf’a uzatılınca sevinçle bakışmış, göz kırpıştırmışlardı.
İstanbul’a gitmeye kesin karar verdikleri andan itibaren içlerine bir ateş düşmüştü sanki, cayır cayır yanıyordu bütün aile fertleri. Çocuklar yol, yolculuk hevesinde olsalar da Ali işin ehemmiyetinin farkındaydı. Son gece yükler tam yerleştirilememiş; vedalaşma, helâlleşmeler için, “Allaha ısmarladık” demeye gidince Yusuf, soğuk odada nasıl da yaşlar dökmüştü. Biraz heyecandan, biraz endişelerinden dolayı gece boyunca gözlerine uyku girmemişti. Zaten kaç gündür de şöyle doya doya uyuyamamıştı. Göz kapakları sanki ağaç kesilmişti, hiç kapanmaya niyeti yoktu! Üç sabisinin akıbeti onu kahrediyordu. Köy yerinde hâlden anlayan çıkardı, birbirlerine destek olmaya alışıktı millet. Ya şehir? “Kim kime, dumduma” derlerdi hep oralar için. Ne olacağını düşünmekten dolayı kendini yedi bitirdi Şükriye.
Uzun göç yolculuğu, birçok yükün ve insanın küçük bir eve sığdırılma telaşı, meçhul akıbetleri, sokağın azgınlığı, İş bulma zorluğu haberleri… Bütün bunlar olurken küçük Ali de derme çatma bir sekinin üzerinde masumane uyuyordu. Düşmemesi, yavrusunun incinmemesi için gözleri hep üzerindeydi.
Kendi kendine; "Size ‘ağladım’ diyemeyeceğim. Oturduğum yerde başımı ellerimin arasına alıp hıçkırarak yaş döktüm. Aslında korkularımı, endişelerimi döktüm ama bitmedi ki" deyip ağlıyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.