Tosbağanın olmaz tüyü, Unut artık eski köyü…

A -
A +
Şehrin kendine has gürültüsü, bahar coşkusuyla karışınca ayrı bir âlem oluyordu Ali’nin kafasında. 
 
Büfeci Mehmed Amca çok sevmişti Ali'yi:
-Demek adın Ali... Ne güzel. Benimkisi de Mehmed. Hemşehri sayılırız, ben de Sivaslıyım.
-Babam pek sever oralıları. Asker arkadaşı mı ne? Hatırladıkça “Can kardeşim” der durur. Hâlâ mektuplaşıyorlar bildiğim kadarıyla.
-Öyledir evlat, ne hikmetse iki vilayetin çocukları her yerde candan irtibat kurarlar. Yahu kısacık bir hayatımız var göz açıp kapama mesabesinde hızla bir şey anlamadan geçiyor kırk yıllık evli olup hayatlarının sonuna yaklaşmış kişilere sorsanız nasıl geçti hayatınız? “Anlamadık” diyecekler, “rüzgâr gibi geçti” diyecekler. Demek ki bu dünya hayatı ne kadar uzun ve ne kadar zevkli geçse de eninde sonunda rüya gibi, yaşanmamış gibi her şeyi geride bırakıp âdeta fâni oluyor. Hepten yok olup yalanmış gibi geçip gidiyor. Baki, ebedî kalıcı hayat dururken, fâni olanı, bakiymiş gibi istemek ve elde edemediğinde de âdeta ölümü ister gibi bir hâle gelmek de nedir?
Memnuniyetlerini söyleyerek ayrıldılar. “Yetiş”, bir gölge gibi onu takip ediyordu. İlk simit kazancını bu sevimli yavruya yedirdi. O ağzını şapıldatarak çiğnedikçe Ali sevincinden kabına sığmıyordu. Epeyce yürüdü, bir o kadar da düşünmüştü. En sevdiği, ailesine götürebileceği simitleri olmuştu, bu ne büyük bir saadetti. Rüyaları hakikat olmuştu…
O gün de rüzgâr; estikçe esmiş, inanılmaz âlemlere götürmüş, getirmişti. Sanki bir şey söylemek istermiş gibi, hiç durmadan kulağına bir sır fısıldamaya çalışmıştı. O bitmez, tükenmez ses, öyle derinden gelmişti ki, içinde, ta kalbinde hissetmeme şansı hiç yoktu. Ürkme veya ferahlık... İnsanın o anki ruh hâline kalmış bir şeydi. Şehrin kendine has gürültüsü, bahar coşkusuyla karışınca ayrı bir âlem oluyordu Ali’nin kafasında. O tılsımlı ses karşısında bir de insan hayal kurmadan edemiyordu. Sadece duymuyor aynı zamanda bu kuvvete karşı direnmek mecburiyetinde kalıyordu. “İşittiklerim insanların feryadı mı, yoksa bize bir ikaz mıydı?” diyebildi sadece. Sonra küçükler, köyü sorduğunda anacığının sık sık söylediği şiir gibi cümleler aklına geldi tebessüm etti.
Tosbağanın olmaz tüyü,
Unut artık eski köyü…
Yakınından, bir çocuğun elinden tuttuğu ihtiyar bir kadın geçti. İstedi ki simitlerden birini de o çocuğa verecekti ama o cesareti yoktu. Yanlış anlaşılmaktan korktu. Arabaların, işe giden telâşlı insanların arasından geçerek fırına uğradı.
- Efendim buyurduğunuz gibi simitleri adreslerine bıraktım.
- Maşallah Ali. Sabah vazifen tamam. İkindide de bekliyorum.
- Peki efendim. Hadi Allaha ısmarladık.
- Bir dakika Aliciğim al bu poşettekiler senin. İlk gün hediyesi.
- Ama efendim…
- Aması maması yok! Hadi Allah kolaylık versin. Kulağına küpe olsun Ali: Göz sevdiğini, gönül hasretini çektiğini, kuş yuvasını, gül goncasını, kul Mevlâsını, âşık maşukunu görmek ister. Cenâb-ı Allah görmek istediklerinizi görmek nasip etsin.
- Âmin...
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.