Hastalıktan dirilip ayağa kalkışını düşündü...

A -
A +
Göz işaretleriyle orada kendi için ayrılanları aldı, sevgisini orada bırakarak çıkıp gitti küçük Ali...
 
Bu Mayıs sabahında çıkıp buralara kadar gelmişti. Birazdan her şey yeniden değişecekti. Hayatının bu fırında ısıtılıp temizlendiğinin, inişli çıkışlı düşüncelerinin düze çıktığının, bir parça huzuru avuçlayabileceğinin ümitleri yeşeriyordu burada.
Durmadı, yürüdü. O, sokaktan çıkıp bambaşka bir yere selâm verdi, geçti. Ali, kendini öyle ayarlamıştı ki fırına tam istendiği vakitte vardı. Birçok insanla birlikte fırıncı da oradaydı. Tanıdığını sandığı adamın hiç bilmediği, hissetmediği diğer yarısıydı onlarla konuşan. Sessizliğini çiğnercesine konuşuyor, o konuşurken diğerleri onu hayranlıkla dinliyordu. Soru sormak için can atanlar vardı. Onların yerinde olmak istedi. Oysa mümkün değildi. Hem yaşı, hem de vazifesi… her neyse niçini, nedeni çoktu. Bilmediği yarısını hissettikçe imrendi fırıncı amcaya. Yanlarında ve yerlerinde olamadığı kendini düşündü. Orada olup ne söyleyeceğini düşündü. Hastalıktan dirilip ayağa kalkışını düşündü. Cevapladığı her sorunun cevabında kendini bulamayışını da hesaba kattı... O sabah o, tanıdığını sandığı adamın tanımadığı yarısında her ne varsa hayran oldu bir kere daha. Onu sevmeme imkânı yoktu. Her şey hazırdı; simitler yine önceden sayılmış sarılmıştı. Mavi Bakkal, Sarmaşık Büfe, Sabah Kıraathanesi… ve elden satacakları sepetin üzerine de “Bizim Küçük Ali” ismi yazılıydı. “Bizim” yazması çok hoşuna gitti. “Demek bu güzel fırıncı amca beni seviyor ki böyle yazmış” diye düşündü, göğsü kabardı. Belli ki ayaküstü sohbet uzayacaktı. Göz işaretleriyle orada kendi için ayrılanları aldı, sevgisini orada bırakarak çıkıp gitti küçük insan, büyük yürek Ali.
 
Gafil gezme ahmak nefsim,
Ruh kafesten uçar bir gün.
Azığımız hazır olsun,
Kervan gelir geçer bir gün.
                 ***
Yusuf işe giderken olup olmayacağını hiç hesaba katmıyordu. “Akşam tanıştıklarıma bir selâm veririm. Soracaklarımı sorar, başka adresler alırım” diye düşünüyordu en kötüsünden.
Buraya kurallara benzemekten, daha fazla tükenmekten, paslanmış zihinlerin üzerine yapışmasından ürküp kaçmış da gelmişti, ardına bakmaksızın. İçine gömülmeyi bekleyen bir yalnız gibi dış dünyadan kopmuş, kendine kapanmıştı iyice. Görünmez örtüyle kapattı üzerlerini bütün hatıralarının. Asırlık mezarları, çeşit çeşit insan suretlerini, kuvvetliyi, zayıfı, olması lazım geleni, mütevazılığı, alçak gönüllülükleri, türlü hazları, şehrin her şeyini çoktan kafasından silmiş atmıştı, mazisini ise hepten geride bırakmıştı. Sonunda “durun” diyeceklerdi ve o da istese de istemese de duracaktı ve ölümden ötede yol yoktu.
 
Yüce dağlar olmasaydı,
Laleleri solmasaydı,
Ölüm Allah’ın emri de,
Şu ayrılık olmasaydı.
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.