Ayak sesi iyice yaklaşınca nefesi kesilir gibi oldu!..

A -
A +
Sisten çıkmak üzereydi ki soluk soluğa bir hışırtıyı ensesinde hissetti. Fena korkmuştu!..               NE VERİRSEN ELİNLE… Bu kaçıncı gündü saymadı Ali? İşine iyice alışmıştı. Nereden, nasıl gidip geleceğini biliyordu. Bir de onu sıkı takip edeni vardı. “Şimdi eşikte beni bekliyordur” dedi, “bismillah” çekti “gacır, gucur” seslerle birlikte kapıyı açtığında; Yetiş’in mızmızlamasıyla birlikte kesif bir buharla karşı karşıya kaldı. Tereddüt etmeden yola koyuldu. Havasına da alışmıştı. Burada yağmur yağmadan önce her yanı sis kaplar, bilahare ortalık sakinleşirdi umumiyetle. Parklar boşanır, sokak ve caddelerde, arabaların dışında hareket eden olmaz, kuşlar bile cıvıldamazdı. Uzaktan yakından motor sesleri duyuluyordu sadece, bir de mahalledeki iki meczubun ayak sesleri. Onlar kar, kış, yağmur dolu, güneş, sıcak soğuk demeden hep ayaktaydı. Sanki diğer insanlara inat bu zor şartlarda yaşamaya çalışırlardı. Her tarafı kaplayan duman, dağlara doğru çekilirken ıslatmayan yağmur yağardı, insanların üzerine üzerine. Buna; “Ahmak Islatan” denirdi halk arasında. Şirin Anadolu’muzun bazı yerlerinde, "Kurt Oyunu, Çakal Horonu" diyenler de varmış. Hani bir ecdat sözümüz; “Kurt dumanlı havayı sever” der ya. Belki de kastedilen buydu. Hava şartları ne olursa olsun simitler, vaktinde adreslerine bırakılmak mecburiyetindeydi. Anacığının başında nöbet tuttuğu Hatice kardeşinin ateşi yükselmişti, ha havale geçirdi geçirecek korkusuyla titriyordu aile... Elzem olan dağıtım işini yaptıktan sonra ekmek, peynir, temizlik malzemeleri alıp dönecekti Ali. Cebinde fazla parası da yoktu her zaman olduğu gibi. Veresiye alabilirse; alacak. Fedakâr ve vefakâr anacığına; "param yok, idare et" diyemedi. Zaten yeteri kadar üzüntü çekiyordu. İhtiyaç duyduklarında ya temizliğe gidiyorlar, ya simitlerden artanı paraya çeviriyorlar, biraz daha fazla ihtiyaç olduğunda duruma göre babacığına müracaat ediyorlardı. Şimdilik böyle idare ederek yol alıyorlardı yeni yerlerinde. O da “ha” dediğinde tam istedikleri gibi olmuyordu. Hem hissiyatının, hem de dışarıdaki havanın karmaşık olduğu bir durumda yola çıkmıştı Ali. Apartmanların arasına girdikçe sis yukarılarda kalıyordu. Sisten çıkmak üzereydi ki soluk soluğa bir hışırtıyı ensesinde hissetti. Fena korkmuştu. Güzel anacığının sözü aklına geldi, “Oğlum bu havalarda çakallar avlanır...” Böyle havalarda daha dikkatli olmak lazım geldiğini biliyordu. Ayak sesi iyice yaklaşınca; nefesi kesilir gibi oldu. Bir taraftan durmadan "Kelime-i şahadet" getirirken, diğer taraftan da kaçacak yolları tespite çalıştı aklınca. Ne olur olmazdı. Sonra tam bilmedikleri yerler öyle tekin de değildi. İki ayaklı canavarlar yoluna çıkar, ölümle neticelenen vakalar bile yaşanabilirdi. Bunları az çok dinlediği için iyice gardını aldı. Düşmanca bir tavır görür görmez, en kestirmeden tabana kuvvet kaçacaktı. Başka ne silahı vardı ki? İkinciye fırsat bulamayabilirdi çünkü. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.