“Hadi yolun da, bahtın da açık olsun küçük adam…”

A -
A +
"Ne verirsen, o gelir. Sen onu ver bana! Az verirsen az, çok verirsen çok gelir sana..."
 
 
Ali, elindeki en büyük demir paradan birini uzattı Meczuba... O masum ve sevimli bakışlarıyla gözlerinin içine baktı:
- Onu değil! Şunu istiyorum.
- Niçin onu istiyorsun?
- Ne verirsen, o gelir. Sen onu ver bana! Az verirsen az, çok verirsen çok gelir sana...
Her ne hikmetse bütün cömertliği üzerindeydi, istediğini verdi. Tekrar o muhteşem gözleriyle sanki kalbine hitap ediyordu:
- Sen ne verir, o gelir! Unutma ha!
Daha fazla beklemeden; “Hadi yolun da, bahtın da açık olsun küçük adam…” dedi, gerisin geri döndü. Ali ise gayriihtiyari bir müddet peşi sıra bakarken;
- Simit de istiyor musun?
- Dedim ya güle güle git, güle güle…
Doğrusu bu havada, bu saatte, o kadar uzaklaştığı evinden ötelerde böyle bir alışveriş yaşayacağı aklının ucundan geçmezdi. Babacığı olsaydı; “Kim bilir ne hikmeti var” derdi. O da hayra yorumladı ve kalbi ferah yürüdü.
"Delidir ne yapsa yeridir" diye düşündü sonra. Elbette boş bir şey yoktu. Kafasında çeşitli düşüncelerle fırından içeri girdi. Her zamanki gibi poşetlenmiş, üzerlerine isimleri yazılı paketleri alıp belli adreslere bırakacaktı ki; bir de ne görsün, fırıncı tebessüm ederek ona bakmıyor mu? Göz göze gelince;
- Gel Ali. Ben de dedim, “bu havada dışarı çıkmaz” ama maşallah sözünün eriymişsin. Yoksa dağıtımı ben yapacaktım. Müşteri nazlı olur. Hani derler ya; “İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş...” Sen de tam öyle vaktinde yetiştin.
   - Estağfirullah efendim! Söz verdikten sonra gelmek lazım. Eğer herhangi bir sebepten dolayı gelemeseydim mutlaka haber yollamam lazımdı. İşin o tarafını biliyorum. Babam da bu hususta çok hassas. Sabah uyanır uyanmaz hepimizi ayaklandırıyor. Sizde ne var ne çok?
- Elhamdülillah hepimiz iyiyiz. Yaşlandım sadece, o da bizim elimizde değil. Bu iş sırayla Ali, parayla değil. Aha bunlar da sana.
- Onlar da ne?
- Meczup getirdi koşarak. "Bunları, buraya gelen çocuğa ver” dedi, aynı şekilde de koşarak gitti. "Adil olarak paylaştırdım elimde avucumda olanları. Aha bu da o güzel çocuğun hissesine düşen” dedi, durmadı. Ben de başka bir şey söyleyemedim. Bak bu sevildiğinin alâmeti.
Ne diyeceğini şaşırmıştı Ali. Kısa zamanda çok değişik şeylerle karşılaşıyor, anlatılması zor hadiseler yaşıyordu. Sadece yolda ondan para isteyip alan “DELİ mi deseydi, yoksa VELİ mi?" Tam kestiremediği mahallenin o sevimli meczubu geldi gözünün önüne, yüzüne bakarak; “Ne verirsen bana nihayetsiz misli gelir sana…” sözleri kulaklarında... öyle kalakaldı bir müddet. Fırıncının sesiyle kendine geldi:
- Hadi Ali! Elinde poşetle para, dolaştırıp durma! Ver bende kalsın, dönüşte eve giderken alırsın.
- Peki efendim.
- İhtiyaçlarınız vardır, olmazsa saklarsın. Ne yaparsanız yapın bir kenarda bir şeyler biriktirin! Dünyanın her türlü hâli var. İstersen bu sana sermaye olsun. Bize, meczuba da dua edersiniz inşallah.
- Peki efendim!
- Ali, bilmiyor musun? Eskiler sağlamcıdır! Ne olur ne olmaz, kendi işimi kendim yaparım! Gözüm arkada kalmasın isterim!
DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.