Bütün arzusu; vatana, millete, hizmet etmek, faydalı olmaktı

A -
A +
Her çocuk kocaman bir yürekti ama onu görebilecek gözler perdeliydi...
  Nakarat gibi peş peşe sıralanan, birbirinin aynı günler,  sonsuz rahata, ebedî huzura götürmeyecek görünüyordu. Aslında onun oynamak, oyuncak sahibi olmak gibi çocuklara mahsus hiçbir şeyde gözü yoktu. Bütün arzusu; vatana, millete, ailesine dolu dolu hizmet etmek, faydalı olmaktı. Başta canı, ne var ne yok sahip olduğu her şeyi bu uğurda vermeye hazırdı. Sadece  yemek, içmek ve uyumakla geçip giden bir ömür, maksatsız bir hayat ona boş geliyordu… Kendini mesuliyetsiz bir hayvan veya işe yaramaz biri, bir köşede unutulmuş eski hurda gibi, ya da bir kenarı kırık saksı olarak görmek istemiyordu. Kısa hayat hikâyesinde birçok şeyin elinde olmadan geçip gittiğini rahat görebiliyordu. Zaman, yaşadıkları acı, tatlı hatıralar bir göçmen kuştan daha hızlı uçup gitmişlerdi. Yarın, öbür gün, bir başka gün de geriye dönüp baktığında diyeceği şeyler aynıydı. Nitekim babacığı, anacığı da demiyorlar mı? Onlar da mazilerini rüya gibi anlatıyorlardı. Hatta bir gün babası Alvarlı Efe’den duyduğunu evde keyifle nakletmişti: “Oğul hayat, hayaldir, sanki rüya. Dün yaşadıklarını, bugün görmüş olduğun rüya gibi anlatıyorsun. O da uçmuş elinden, diğeri de… Bir şey söze düşünce o artık rüyadır, vehimdir, hayaldir. Ona göre tercihlerinizi yapın. Ebediyen yanınızda kalıcı olabilecekleri seçin, onlara sarılın…” Fukaralık mı böyle düşündürüyordu, annesinin içten içe ağlayıp gözyaşı dökmesi mi, kardeşlerinin her gün pastanenin önünden geçerken aldıkları nefis çörek kokularını evde anlata anlata bitirememeleri mi, yoksa Yılmaz’ın sebepsiz ve de amansız düşmanca hakaretleri miydi tam ayırt edemiyordu Ali. Belki de bunların dışında başka bir sebep vardı da o bilmiyordu. Ne bileyim okuyamama, hastalık, ölüm korkusu gibi daha vahim şeyler. Her çocuk kocaman bir yürekti ama onu görebilecek gözler perdeliydi.             *** Nuri öğretmen, Ali’yi kitap okumaya yazmaya iyice hazırlamak için her gün bir kitap veriyor, okuyup gelmesini istiyordu. Bugün, ince bir fıkra kitabı şansına düşmüştü. Eline alır almaz kapakta ki karikatüre takıldı: “Adamların nereden de akıllarına geliyor bu muziplikler?” dedi, güldü. Kocaman burunlu bir adam çizmişler, talebenin biri de merdiven dayamış bu adamın gözüne doğru tırmanıyor. Merdiven basamaklarının yarısına gelmiş çocuk, çok yorulmuş ki mola vermiş, bir eliyle, sıkı sıkıya merdivenin yan uzantısına tutunurken, diğer eliyle de alnına biriken terleri siliyor. Bu talebenin kafasından çıkan bir baloncukta da; “Bakalım hocamın gözüne girebilecek miyim?” cümlesi yazılmış. Ali, gördüğü bu karikatüre katıla katıla güldü. “Gören de deli diyecek…” deyip kapağı çevirdi, ilk fıkrayı zevkle ve heyecanla okudu:             ÇOK BİLMİŞ BABA!..Ev ödevi hazırlayan çocuk, öğrenmek için babasına soruyor:- Afrika nerededir babacığım?Babası; “bilmiyorum” demeyi kendisine yediremediği için, biraz düşündükten sonra şu cevabı veriyor:- Fazla uzakta sayılmaz evlat! Zira, bizim şirkette bir zenci çalışıyor; her gün işe bisikletle gelip gidebiliyor.DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.