Ne yapacağını kestiremiyordu, pek çaresizdi Küçük Ali…

A -
A +
Cüzdanın gözlerini de karıştırdı. Hüviyet, çeşitli banka kartları, değişik adreslerin yazılı olduğu kartvizitler vardı.   Etrafı, daha dikkatlice, bir dedektif hassasiyetiyle incelemeye başladı Küçük Ali... Sanki kaybettiği kıymetli mücevherlerini arıyor gibi bir hâli vardı. O dehşet dolu anı aynen tekrar tekrar yaşıyor, fenalaşıyordu. Uzun zaman bu ruh hâlinden çıkamayacağı belliydi. İhtiyarın çaresizliği, inim inim inlemesi, yardım istemesi, “imdat” diye feryad-ı figan edişi, insanların çaresiz koşuşturması kulaklarında çınlıyordu. Tam o noktaya odaklanmıştı ki kaldırımı çevreleyen çitlerin altında, üzerinde karlı kurumuş birkaç yaprak olan kahverengi bir cüzdan gördü. Öylesine yan yatmış duruyordu. Hiç beklemeden koşup aldı. Kimselerin göremeyeceği bir köşede pardösüsünün altında açtı. İçi kâğıt parayla doluydu. Bu kadarını bir arada hiç görmemişti. Birkaç defa saymaya çalıştıysa da beceremedi, vazgeçti. Cüzdanın diğer gözlerini de karıştırdı. Hüviyet, çeşitli banka kartları, değişik adreslerin yazılı olduğu kartvizitler vardı. Hüviyet cüzdanını kekeleyerek okumaya çalıştı: Adı Soyadı: Hasan Palandöken, Ana adı: Ganimet, Baba adı kısmında ise; “Yahya ” yazılıydı. Fotoğrafa dikkat etti. Biraz gençliği olsa da o, birkaç saat önce arabanın çarptığı ihtiyara benziyordu. Kalbi küt küt atmaya başladı. Evet, o adamdı ve yanılmıyordu. Cüzdanı bir daha açtı. Büyük rakamların yazılı olduğu paraları evirdi, çevirdi. Hiçbir zaman bu kadar çok parası olmamış, hiçbir zaman bu kadar parayı bir arada görmemişti. Karışık bir duygu, acayip bir his bütün bedenini sarıyor ve iliklerine kadar titretiyordu.                          ***
Ayrılık derdine, düçar olanlar,
Bunu hep okusun, naçar kalanlar.

Oğlu, kızı olan fakir bir ana,
Teselli bulsun hem bununla cana.

İrfan ehli olmak bakmazmış yaşa,
Ancak bunu ehli eder temaşa…
“Anneme götüreyim, sevindireyim garibi. Kardeşime ilaç, eve odun, kömür alır, hem de ekmek, peynir ve diğer ihtiyaçlarımızı görürüz. Evet evet…” Sözünü tam bitirmemişti ki kapı gibi babasının hayali önüne dikiliverdi. Sanki ona: “Ben, insan hayatını bu dünyada hiçbir şeyle değişmeyen eşine az rastlanır bir evladın babasıyım! Senin çaresizliğini anlıyorum evlat! Ama sakın bir hata yapma! Sakın ha! Sakın, bir yanlışlık yapma! Derhâl götür cüzdanı, o ihtiyara teslim et! Hadi ne duruyorsun? Çabuk ol! Yoksa sana evladım demem!” sözleri; kafasına kafasına, tokmak gibi inip inip kalkıyordu. Anasının çaresizliği, güzeller güzeli biricik bacısının ateşler içinde kıvranışı ve peşini bırakmayan babasının kulaklarını çınlatan o tarihî ikazları, emirleri… Küçük Ali, ne yapacağını kestiremiyordu. Pek çaresizdi… “Ömer olsaydı keşke, onunla istişare etseydim” dedi. İçindeki o ses, hâlâ peşini bırakmıyordu: “Sakın ha bir yanlışlık yapmayasın! Fazla oyalanma! Hadi daha ne bekliyorsun! O para, hastanede ölüm kalım mücadelesi veren ihtiyarın ilaç parası, belki de tek geliri, maaşı olabilir! Kul hakkı! Kul hakkı!” deyip o emaneti bir an evvel yerine vermeye zorluyordu. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.