"Siz de bilirsiniz ki çocukların dünyası farklı oluyor..."

A -
A +
Bu merhamet, şefkat, cömertlik timsali çocuk, candan bir akraba, kırk yıllık dost gibiydi...
 
Yaşamış olmaktan ziyade, mazidekileri hatırlamak acı veriyordu. Bu fâni dünyada beden derin bir yara aldığında bunu iyi etsek bile nasıl izi kalıyorsa, o yara izi hiç silinmiyorsa büyük acılar da öyleydi... Onları hatırladıkça yara tazelenir ve kanardı! Hiçbir zaman tam mânâsıyla unutulamazdı! Zamanla kabuk tutan yaralar hep böyle üzeri açılınca ızdırap veriyordu.
Ali, babasından bahsedilince biraz üzülse de anlattıkça açılmaya başladı, sözü de değiştirmek istiyordu:
- Biliyor musun efendim? Buraya gelebilmek için şartları zorladım, ısrar ettim, nihayet muvaffak oldum.
- Kapı samimiyetle ve devamlı çalınırsa er geç açılıyormuş evlât.
- Israr etmeyi sevmem amma…
- Haklısın evlat! Bazen çok basit mesele için de kıymetli zamanlar alınıyor.
- Çok ciddi işlerimizi tehir etmek mecburiyetinde kalıyoruz efendim.
- Bir çocuk için hiç de hoş olmayan durum.
- Siz de bilirsiniz ki çocukların dünyası farklı.
- Bilmez olur muyum? Sana bir şey anlatayım!
- Zahmet olmasın.
- Ama iyi dinle, anlatacaklarım mühim…
- Anlatınız efendim, memnuniyetle... Benim vaktim hem var, hem de yok! Bilmem neden, merak da ediyorum anlatacaklarınızı!
- Bekleyenin falan var mı? Bir mâni yok değil mi?
- Sabaha kadar yolu var, lakin...
- Lakini de ne?
O kadar hazırcevap olsa da durakladı. Cevap vermedi, biraz düşündü, yutkundu kendi küçük, yüreği büyük Ali.
Bu merhamet, şefkat, cömertlik timsali çocuk, candan bir akraba, kırk yıllık dost, en iyi komşularından biriymiş gibiydi Hasan dedeye göre.
Olup bitenlerin mânevi tarafını düşündü… Herkes birinin duâsını almak için yarışırken “Ben de bu yavrunun duâsını alayım bari” dedi içinden.
Ummadığı bir zamanda, beklenmedik hadiseler, bu tanımadığı çocuğu karşısına çıkarıvermişti. Son derece sevimli, oldukça akıllı… Yalnız başına dolaşan bu asil insan, aynı zamanda mektepte olması lâzım gelirken sokaklarda ne işi vardı? Öyle rastgele gezip tozan ipsiz sapsız bitirim hâli de yoktu. Bu çocuk kimdi, kimin nesiydi? Bir asalet vardı ama, ya bu hâli!?..
Hasan dede, kendi acılarını çoktan unutmuş, bu bilmeceyi çözmeye iyice odaklanmıştı. Küçük kahraman Ali’yi yakinen tanımaya pek kararlıydı…
              ***
Antikacı, durma başla figana!
İzah et hâlini bütün cihana!
Bilinmez ne kadar kalınır handa,
Mecnuna dönmüştün hani o anda.
Bitmez muhabbetle açtın kucağı,
Tutuştu nihayet gönül ocağı.
“Gözyaşları; ruh inceliğinin şahitleridir. Hisli, zarif insan; yüzünü gözyaşları ile yıkayan insandır. Fakir-fukaraya, çoluk-çocuğa, canlı cansız bütün mahlukata içi yanmayan ve sızlamayanlar, kirpiği ıslanmayanlar; adam olamazlar! Sadece insana benzeyen, iki ayaklı bilmem nedirler!” diye iç âleminde fırtınalar kopan kazazede Hasan dede; süt beyaz yumuşak çarşafın üzerine oturmuş, gözlerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan yaşların arasından hissettirmeden küçük kahramana bakıyor… DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.