TEHDİT MEKTUBU!

A -
A +
6 Haziran 2019’da ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’ın Türkiye Millî Savunma Bakanı Hulûsi Akar’a gönderdiği mektup, ağırlıklı biçimde gündemimizdedir. F-35 ve S-400 Füzelerine dair olan mektubun, 23 Haziran İstanbul seçiminden sonra da gündemde kalmaya devam edeceği belli. Çünkü; Türkiye, mektupta küstah bir üslupla net olarak düşman yerine konup tehdit edilmektedir. Sn. Akar, cevâbî mektubun hazırlanmakta olduğunu söyledi. Mektubu gönderen mevkidaşıyla da dün telefonla görüşeceklerdi. Ay sonunda Brüksel’de yapılacak NATO toplantısında ise yüz yüze görüşecekler. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ay sonunda Japonya’da toplanacak olan G20’de Başkan Trump’la görüşecekler. Aslında cevâbî mektup, sözlü beyanlarımızın derli-toplu bir tekrarı olacaktır. Fakat ne o ve ne de yüz yüze görüşmeler bir fayda temin edecek gibi görünmüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Biz, S-400’leri alacağız demiyorum; aldık!” Demekle gerçekte lâzım gelen cevabı vermiş olmakta. ABD tarafı da mektup kılıfıyla diyeceğini demiştir. 7 maddelik mektup şöyledir: 1- Türkiye’nin Rusya’ya S-400 eğitimi için personel göndermesi hayal kırıklığına yol açmıştır. 2- Türkiye, S-400 alırsa F-35 alamayacaktır… 3- Türkiye, 12 Haziran 2019’da yapılacak yıllık F-35 İcra Kurulu Başkanları Yuvarlak Masa Toplantısına katılamayacaktır. 4- Türkiye, S-400 alırsa ACAA (düşmanlarına müeyyidelerle karşı koyma kanunu) tatbik edilecektir. 5- S-400 almanız ABD’nin millî gelirlerinde ve milletlerarası ticaretinde kayıplara sebep olacaktır. 6- ABD’de eğitim gören Türk F-35 pilotları, 31 Temmuz’a kadar geri dönecek ve Rus S-400 füzeleri alınması durumunda yeni pilot kabul edilmeyecektir. 7- S-400 için tutumunuzu değiştirme seçeneğiniz hâlen mevcuttur. Bizim tezimiz ise şudur: -Kâfi miktarda ve zamanında ve üstelik paramızla satın almak istediğimiz hâlde S-35 füzesi vermediniz. Buna mukabil güneyimizde terör örgütüne silah yağdırmaktasınız. Ülkemizi savunmak zorundayız. Biz, F-35 projesinde yalnızca müşteri değil; aynı zamanda imalatçı ortağız. Hem füze satmayıp ve hem de füze almamıza mâni olmanız, ortaklığa sığmaz! Washington, yaptığımız bu mükerrer tez, gerekçe ve açıklamalara karşı görmez ve duymaz bir inat içindedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, dün “...aldık!!!” dediği gibi “bu haksızlıkla her ortamda mücadele edeceğiz!” de dedi. Mücadele alanlarından biri de şüphesiz ki uluslararası mahkemelerdir. Sn. Erdoğan’ın dünkü açıklamasında bir cümle daha dikkat çekiciydi; hem de çok dikkat çekici. Şöyle dedi: -Niyetleri, AK Parti iktidarını devirmek Ama yapamayacaklar! Bu seyir, nereye varır? Varacağı yere, inceldiği yere: Ambargoya, Silah ambargosuna gidebilirler. Ambargo, daha başka sahalara da yayılabilir... Mektup zarflı muhtıranın 6. Maddesinde düşman sayılacağımız kaba bir şekilde ifade edilmiştir. “Kadirşinas” ortağımız, bu durumda yüzümüze gül suyu dökmeyecektir. Dile getirdiği tehdidi tatbik eder. Böyle bir gelişmeyi hiçbir Türk vatandaşı temenni etmez. Lâkin hiçbir Türk vatandaşı, da zorbalığı kabul etmez. Bu mektup, Washington’un bize karşı yaptığı ilk vefasızlık ve ilk saygısızlık değildir. Ekrem İmamoğlu’nun, millî hisleri hiç rahatsız olmadan Beylikdüzü’ne bir anıt çerçevesinde rölyefini yaptırdığı çocuk katili Makarios, Kıbrıs’ta hunharca cinayetlerine devam ederken 27 Mayıs yorgunu Türkiye, Akdeniz semalarında bir-iki jet uçurmaya kalktı. Bunun üzerine Amerikan Başkanı Lyndın Johnson, 5 Haziran 1964’te 27 Mayıs’çıların şükran ifadesi olarak Başbakan olmuş olan İsmet İnönü’ye bir mektup yazdı. Mektupta silah ambargosu ve NATO’dan tecrid edilmekle tehdit ediliyorduk. Başbakan İnönü, buna karşılık parlak sözler söylediyse de dediğini yapamadı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Papaz Makarios’un himaye ettiği Rum vahşeti, 20 Temmuz 1974’e kadar 10 yıl boyunca devam etti. 1974’te Ecevit-Erbakan Hükûmetinin iradesiyle TSK, Kıbrıs’taki mezalime müdahale etti. Bu defa, o güne dek vahşeti seyreden Washington, 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye geniş çaplı bir silah ambargosu tatbik etmeye başladı. Ambargonun iki sebebi vardı. Haşhaş ekimi yasağının kaldırılması ve Kıbrıs’a çıkarma yapmamız. Türkiye, vaki ambargo üzerine misilleme olarak 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulmasını gerçekleştirdi ve 25 Temmuz 1975 tarihinde de Amerikan hükûmetine bir nota vererek Türk-Amerikan savunma iş birliğinin ortadan kalktığını ve bundan böyle Türkiye’deki Amerikan tesislerinin Türkiye’nin müşahede ve murakabesinde olduğu tebliğ edildi. Bu ambargo 26 Eylül 1978’de iki başkentin anlaşmasıyla son buldu 3 yıl boyunca sıkıntı çekildi ama ASELSAN’ın kurulmasına da yol açmış oldu. Son ihtilaf ise 2018’de yaşandı. Yine bir papaz ama Evanjelist olan Adrew Bronson, casusluk suçundan içeri alınmıştı. Trump hükûmeti, O’nu bıraktırıncaya kadar F-35’ler dâhil, dolar dâhil her imkânla saldırdı. Doların 3 buçuklardan 6 liraya, soğanın 2 liradan 8 liraya çıkması ve bu pahalılığın 31 Mart seçimlerinin ana belirleyicilerinden olması bundandır. Şimdi son ambargo kapısının önüne gelmiş olabiliriz. Diplomasi, telefonla, yüz yüze görüşmeler, ikna çabaları....hepsi olsun. Ancak haysiyetimizden de asla taviz verilmesin. Belki bir sıkıntı daha yaşarız ama kötü ortak da mal sahibi yapılmış, ASELSAN benzeri bir imkâna daha kavuşmuş oluruz. Vefasızlık onların huyudur. Osmanlının son döneminde sipariş verip ödemesini yaptığımız Sultan Osman-ı Evvel ve Sultan Reşat adlı iki savaş gemimiz İngiltere tarafından teslim edilmemiş, araya dünya harbi ve rejim değişikliği girmesiyle unutulup gitmiştir. Bugün de Washington, aldığı 1 milyon 250 bin dolara rağmen Türkçedeki deyimle “yavuz hırsızlığa” soyunuyor. Bu mektup, tehdit olmaya tehdit ama bu defa mektubu yazmayı Trump göze alamamış. Köprülerin altından çok sular aktı. Dünya, dünkü dünya değil.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.