ADALET

A -
A +
Bir teşkilat veya topluluğu devlet yapan temel şartlardan biri adalet tevziidir. Vatandaşları arasında ve hudutları dâhilindeki yaşayanlar arasında adalet dağıtımıdır. Adaletin remzinin, sembolünün terazi olması bundandır. Terazi, paylaşım aletidir. Bu zaviyeden bakıldığında adalet dağıtan teşkilata devlet denir. Devlet, milletlerin devamlılığını temin eden büyük güç olduğuna göre adalet, devletin ruhudur, ayakta tutan sütunlar bütünüdür. İnkılaplar, devrimler, bir gecede veya bir senede gerçekleştirilebilir. Ancak getirdiği neticeler, asırları etkiler. Türk milleti, İslâm olduktan sonra şer’î hukuku tercih etti. Kitap-Sünnet-İcmâ-ı Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’dan kaynaklanan bu hukuk hayatı, mevcut ve sonradan gelen örfî yani geleneğe dayalı fakat şer’î hukuka mugayir/aykırı olmayan hukuku da reddetmedi. Medrese, Selçuklu ve Osmanlı’da fakültelere verilen addır. Fakültelerde hem fizik, matematik, astronomi, kimya gibi dersler ve hem de hukuk ve diğer sosyal ilimler okutulurdu. Söylenmemiş o cümleyi şöylece terennüm etmek mümkündür: -Cumhuriyet, Tanzimat’ın yapamadığını tamamlayan hamledir. Tanzimat idaresi matematik, fizik kimya gibi fen derslerini medreselerden kaldırdı. Bu süreçte ayrıca Avrupa’dan parça parça da olsa, ceza, medeni hukuk, ticaret hukuku gibi hukuk mevzuatları da iktibas edildi. Bunun bir adım sonrasında fakat daha 1923’e en az 50 yıl varken cumhuriyet, laiklik, harf inkılabı gibi tartışmalar da en azından havas arasında yaşanıyordu. O dönemde ve daha sonraki çok dönemde ictihad kapısı kapandı-kapanmadı münakaşaları da biteviye sürüp gitti. İctihad kapısı, mecâzî bir ifadeyken ve ilmî yeterliliği, hukukta sahib-i salahiyet, otorite olmayı haber verirken sanki bir bina kapısı gibi telakki edilip tartışmalar, bu zemin üzerinde yürümüştür. Nitekim Mecelle, Avrupa medeni kanununa karşı önleyici bir muhteşem hukuk çalışmasıdır. Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye gösteriyor ki bu yolda ilerlenseydi bin yıllık şer’i ve en azından bir o kadar eski örfi hukuk sistemimiz yeniden derlenip toparlanabilir ve bu meyanda inanç sistemimize aykırı olmayan yabancı mevzuattan da istifade edilebilirdi. Bir gecede bin yıllık yazı terk edilip ertesi gün “bu cemiyet, okuma yazma bilmiyor” demek ne kadar doğruysa, bin yıllık hukuk, adalet, kaza yani yargı nizâmı da bir gecede terk edilip kökü Hıristiyan şeriatı olan kanunlar mevzuatını almak da o kadar doğrudur. Bu çalışmalar o kadar aceleye getirildi ki tercüme yanlışlarıyla birlikte kabullenildi. Tercüme edilmiş yabancı bir hukuk mevzuatının kapağına “Türk” yazmakla onlar Türk fikir mahsulü, yerli ve millî olmaz. Medenî kanun, ceza kanunu, ticaret kanunu böyle olduğu gibi isminin başına Türk kelimesi yazılmamış olanlar da böyledir. Hatta her alanda olduğu gibi burada da mâzi alabildiğine kötülenmiştir. Bir kanuna “medeni kanun” denince bu mantığa göre yerini aldığı kanun gayrı medenidir. Bir ilme “pozitif” deniyorsa diğeri negatif yani zararlıdır. Temel kanunları ithal, anayasası darbe mahsulü bir ülke olduğumuz fark veya itiraf edilmeli. TBMM , “yasama” yani kanun yapma kurumu olduğuna ve bu kurumun ekseriyeti hukuk tahsil etmiş bulunduğuna ve önümüzde de bütün bu gerçekler var olduğuna göre hukuktaki çıkmaza kim çare üretecektir? Hukuk fakültelerinin çokluğu, adliye binalarının parlaklığı, adlî, hukukî ve yargıya dair meseleleri çözemiyor. Hukuk fakültelerinin, hukuk akademisyenlerinin, hâkim, savcı, avukat ve adli personelin birçok meselesi var. Fakat meselelerin meselesi Ahmed Cevdet Paşaların devamının gelmemesi, dünle kopmuş köprülerin imar edilmemesi, dahası böyle bir ihtiyacın varlığının görülmemesidir. Kaç hukuk talebesi İmam-ı Âzâm’ı, Ebussuud’u, İbni Abidin’i, Ahmed Cevdet Paşa’yı bilir? Hatta bunların çoğunu çok akademisyen de bilmez!.. Hâlbuki hukuku sağlam, adaleti hassas olmayan bir devlet 650 sene yaşayamaz. Devlet, cephelerde gerilemeye başlayınca hukuk, ticaret ve edebiyatta da geriledi. “Türk Medeni Kanunu”, edebiyatta Fransa’dan yapılan kopyacılığa “Edebiyat-ı Cedide” denmesinin İsviçre rengidir. Devlet, Avrupa’dan istikraz etmeye, borç almaya başlayınca kanunlar da “borçlanmaya” başladı; bu alışveriş, 1923 sonrası hız kazandı. Hukuk tahsili diye muazzam bir meselemiz, hukuk mütefekkiri diye devasa bir derdimiz olduğunu görmeden, yukarıdan beri hülâsa ettiğimiz hakikatler görülmeden, hukuk âlimi yetiştirmeden yapılacak her şey ve söylenecek her söz zaman kaybıdır. O iş veya söz için mekânın önemi yoktur. Hukuk fakülteleri bugün sadece hukuk teknisyeni mezun etmektedir. Buna çare bulmak gerekir. Hukuk, adalet, insanın refah ve memnuniyeti içindir. Vatandaşın başını huzurla yastığa koyabilmesi, endişesizce sokağa adım atabilmesidir. Adalet, hakkı teslim etmenin adıdır. Devletlerin kalkınmışlığı sadece kişi başına düşen millî gelirle değil ondan daha önemlisi kişi başına düşen adaletle hesap edilir.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.