DİYANET’E, DEVLETE VE DİNE SALDIRI!..

A -
A +
 
Türkiye Cumhuriyeti, ülkesinde 83 milyon vatandaşın yaşadığı bir devlettir. 83 milyon nüfusun yüzde 99.9’u Müslümandır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ndeki Müslüman mevcudu, mülteci, seyyah, iş adamı gibi unsurlarla birlikte 90 milyon sayılabilir.
Bizim devletimiz, aynı zamanda iki milyara yakın Müslümanın da koruyucusu ve temsilcisidir. Bu, bin yıldır yaşayan bir hakikattir. Türk Devleti’nin İslâm âleminin merkezi, temsilcisi olması, Anadolu Selçuklularında da vardı. İstanbul’un fethinden sonra ve 1526’da İstanbul’un Dar’ül Hilafe olmasıyla Devlet-i âli Osman’da vazgeçilemez ve ihmal edilemez bir mükellefiyet olmuştur.
Rejim değişikliği ve 1937’de laikliğin kabulü üzerine bu şerefli mükellefiyeti bırakmak isteyenler çıkmışsa da kalıcı olamamıştır. O mükellefiyetimiz, bugün Somali, Libya, Suriye, Afganistan ve Balkanlar başta olmak üzere devam devam etmektedir.
“Türkiye” adlı bu memlekette keyfiyet budur. Devlet, laiktir. Fakat birkaç dönemdeki gibi bazı köktenciler hariç, laiklik artık dinsizlik olarak telakki edilmemektedir. Devlet, millete hizmet etme mecburiyetindedir. O hizmet sadece hudutları beklemek ve yol yapmak ve benzerleri değildir. 83 milyonun ve elbette iki milyara yakın Müslümanın dinî ihtiyaçlarına da cevap verecektir. Nitekim İslam ülkelerinden cami talebi olanlara cami yapılmakta, din adamı istendiğinde imam vaiz ile Kur’ân-ı kerim ve dinî eserler yollanmaktadır. Bu hizmetler, Osmanlıda Meşihat Makamı, Cumhuriyetten sonra da TDT-Türkiye Diyanet Teşkilatı eliyle ifa edilmektedir.
Ramazan ayı, Müslümanlar için Sultan aydır. İçinde bin aydan daha hayırlı Leyle-i kadr/kadir Gecesi vardır. Kur’ân-ı kerîm, Kadir gecesinde gelmiştir. Diyanet İşleri Reisinin her zaman olduğu gibi Şehr-i Ramazan’da, Ramazan ayında millete ve ümmete daha çok hizmet etmesi, hâlin tabiî gereğidir. Prof. Dr. Erbaş Hoca da bu cümleden olarak Ramazan-ı şerifin ilk cuma günü Hacı Bayram-ı Velî Camiî’nde bir hutbe irad etti.
Hutbe şudur:
-Ey insanlar! İslâm, zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutîliği, eş cinselliği lânetliyor. Nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesi. Yılda yüz binlerce insan, gayrimeşru ve nikâhsız hayatın İslâmi literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor. Geliniz bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim…
İddia edildiği gibi bu sözlerin neresinde nefret ve kan kokusu var?
Diyanet Başkanı, Kur’ân-ı kerîmin ve Sevgili Peygamberimizin -aleyhisselam- buyurduklarını nakletmiştir. Kaldı ki zina ve cinsî sapıklık diğer dinlerde de yasaktır. Diyanet Başkanı demek istiyor ki: “Salgın, koronadan ibaret değildir. HIV diye bir salgın daha var, nesilleri çürütüyor, ona karşı da tedbir alalım…” Bu konuşmayı yapmasaydı, vazifesini savsaklamış olurdu. Dinimizin emrini, makamının mes’uliyetini edâ etmiştir. Bu bakımdan tebrike layıktır. Ancak “Diyanet Bütçesi, 3 Bakanlık bütçesinden fazla!” diye bir kısım medyada yazılar çıktıktan sonra bu saldırı ve hakaretin olması dikkat çekicidir.
Böylesine bir sapkınlığa dikkat çeken Diyanet Başkanımıza herkesten önce Barolardan destek gelmesi gerekirdi. Hukuk, ahlâk temelleri üzerine yükselir. Ankara ve İzmir Baroları ise yaptıkları açıklamalarda hakaretler savurdular. Dâvâ bile açan bir tabela derneği ile bazı hasta tiplerin ve cübbe giyip sokakta işgüzarlık yapan birkaç avukatın dedikleri, kale alınamayabilir. Ancak bir Baro, bunu yapamaz. Hukukçu, neye sahip çıkacağını bilir. Ankara veya İzmir Baroları, üyelerinin zinayı, cinsî sapıklığı tasvip ettiklerini iddia edebilirler mi? Aşağılamaya kalkıştıkları sadece Ali Erbaş Hoca değildir. Kullanılan ifadelerle Diyanet, Devlet ve Din’e saldırılmıştır. Bu fiillerden 83 milyon Türkiye ve 2 milyar dünya Müslümanı incinmiştir. Ankara Barosunun sonraki tavzih açıklaması ise âdeta insan aklıyla alay etmektir. CHP’nin ‘ama’lı, ‘fakat’lı zoraki açıklaması ise samimi görünmüyor.
Ankara C. Başsavcılığı Baro hakkında TCK 216/3 üzerinden takibat başlattı. Ne var ki kanun, yadırganacak cinsten. Şu ibareye bakınız: “Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi…” Zanlının tarifi bu. Suç, sabit olunca da faile 6 aydan 1 yıla kadar ceza verilmekte. Diyanet’e, Devlete ve İslâmiyete galiz şekilde saldırmanın cezası 6 ay!.. Bilinmeli ki 83 milyon, “halkın bir kesimi” değil, tâ kendisidir.
TBB’nin yapabileceği bir müeyyide varsa sorumsuz barolara karşı işletmelidir.
Hükûmete de iki iş düşmekte:
Biri; toplumu çok rahatsız eden şu malum “İstanbul Sözleşmesi”dir. Bu vesileyle iptal edilmeli… İkincisi on yılların derdi olan Baro, Oda gibi yerler, milletimize de layık şekilde yeniden tanzim edilmelidir.
Bazıları kendini köy kâhyası sanıyor.
Bu rüyadan uyandırmalı.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.