SAĞLAM DURDUK

A -
A +
Türkiye’nin gemileriyle Ege ve Akdeniz’de petrol ve gaz arama çalışmaları ve Libya ile MEB-Müstakil Ekonomik Bölge anlaşması yaparak "kıyıdaş devlet mutabakatı"na varması, İsrail’den Fransa’ya, Mısır’dan Yunanistan’a kadar birçok devleti rahatsız etti. Lakin bunların içinde en fazla Fransa ve Yunanistan, rahatsızlıklarını dışa vurdular. Fransa arkadaydı, Yunanistan’ı sahaya sürmüştü. Öyle ki Atina, Ankara savaş ilan etsin diye Ege ve Akdeniz’de yapılabilecek her çılgınlığı yaptı. Sondaj gemilerimizi türlü yollarla taciz etmekten, cumhurbaşkanları Katerina Sakelaropulu’nun Kızılhisar-Meis Adasına gelip güya gövde gösterisi yapmasına kadar birçok tahrikleri oldu. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’sa zaten tahrik ve taşkınlığın her yolunu deniyordu. Hem Fransa ve hem de Yunan basını, haddini bilmezliği son hududuna kadar zorladılar. Bu arada Almanya tarafsızlık görüntüsüyle ara buluculuğa teşebbüs etti. Sonra cayar gibi oldu. Ardından yine ara buluculuğa girişti. Sadece NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, samimiydi… Bütün bunlar olurken Türkiye, Cumhurbaşkanı, Meclis’i, Hariciyesi, Savunma Bakanlığı ve her kurumuyla "sabit kademdi"; tavizsiz şekilde yerinde sağlam durdu. Zıvanadan çıkmış muhataplarımızı ikaz etmek gerektiğinde ikaz ettik. Sesimizi yükseltmemiz gerektiğinde yükselttik. Hiçbir konuda asla geri adım atmadık, asla taviz vermedik. Bunun yanı sıra diplomasi ve müzakere kapılarını da asla kapatmadık. Onları daima aralık tuttuğumuz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ve Millî Savunma Bakanı Akar ve öteki sözcülerimizle de daima "Biz, Türkiye olarak Akdeniz ve Ege’de hak sahibi olan ülkelerle âdil paylaşımdan yanayız, hep birlikte kazanalım" dedik. Bunu I. Dünya Harbi ve II. Dünya Harbi’nde mağdur edilmiş, adaları elinden alınmış, vatanı küçültülmüş, hakkı yenmiş, gasbedilmiş bir devlet olarak yani haklı taraf ve mazlum olmamıza rağmen söylüyorduk. Ancak bu söz ve teklif defalarca tekrarlanmasına rağmen Fransa ve Yunanistan bildiğini okumaya devam ettiler. Bunun üzerine Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, Emmanuel Macron’a "kifâyetsiz muhteris!" diye hitap etti. Adı geçen, sanki bu iltifatı bekliyormuş gibi "haklısınız" dercesine Türkiye Cumhurbaşkanıyla görüşme arzusunu izhar etti. Bu arada NATO Genel Sekreteri’nin gayretleriyle NATO içinde Türk ve Yunan hey’etleri arasında cılız da olsa "teknik müzakereler" başlamıştı. "Kifâyetsiz muhteris" iltifatına mazhar olan mezkûr kişinin konuşma isteğine Türkiye Cumhurbaşkanı müsbet cevap verdi. Telefon görüşmesi gerçekleşti. Devreye daha evvel birkaç kere zikzaklar çizmiş olan Angela Merkel girdi ve "Ekim başında Türk ve Yunan hey’etleri arasında İstanbul’da 61. istikşâfi görüşmenin yapılmasına karar verildi." 60. görüşme dört yıl önce Atina’da olduğu için 61.si İstanbul’da yapılacaktır. Müzakere masasında Türk ve Yunan temsilciler yer alacaktır ama müşahid; gözlemci olarak herhâlde Almanya ve Fransa’nın yanı sıra belki ABD, Rusya ve NATO’dan diplomatlar da bulunacaktır. Türkçe deyim meşhurdur; "İnsanlar, konuşa konuşa…" der. Yukarıda hikâye ettiğimiz üzere biz, Türkiye olarak bağrımıza taş basıp hep "diplomasi ve müzakere" dedik. Zira harp, felakettir. Harp, mağluba kaybettirir fakat galibe de çok şey kaybettirir. Buna rağmen bir kere daha sömürgeci devletler tarafından kullanılan Atina, oyuna gelmeye devam ediyor, tecrübe noksanlığı olan Macron da kurusıkı tehditlerle Türkleri korkutma zannına kapılma cehaleti gösterdiği için inadından vazgeçmiyordu… Neyse ki korkulan olmadı, bir sıcak çatışma yaşanmadı. Herhâlde Fransa’da akil adamlar devreye girdiler ki Macron "kifayetsiz muhteris" hakaretini yutarak Sn. Erdoğan’la görüşme isteğinde bulundu. Bu görüşme talebi ile vaki görüşmeyi, Atina’nın basından öğrendiğini sanıyoruz. O yüzden Yunanlılar, satıldıklarını vs. yazıp öfke göstermekteler. Bundan sonra ne olur? Bu görüşmeler, bu numaralar artarak devam eder. Yani ileride 71. görüşme de olabilir. Fakat anlaşma ihtimali hemen hemen yoktur. "Doğu Akdeniz", Tunus ile Sicilya adası hattının doğusunda kalan bölgedir. Bir asır önce burada esas itibarıyla Osmanlı Türkiye’si ve İtalya varken bugün düzineden fazla devlet bulunmaktadır. Dün sadece Akdeniz değil, Ege de Türk gölüydü. Bugün kıyıdaş devletler, Doğu Akdeniz’de her yandan ve her yönden hak iddia etmekteler. Ege ise bir haksızlık denizidir. Türk adaları, Türkiye’den gasbedilmiş vaziyettedir. Fransa, Yunanistan ve Avrupa, I. Dünya Harbi’ni bitiren ve II. Dünya Harbi’nde silah bıraktıran andlaşmalarda Türkiye’nin haklarının yendiğini ikrar ve kabul etmezlerse 122. İstikşâfi toplantı da netice vermez. Biz, bugün -evet- yerimizde çok sağlam durduğumuz için karşı taraf masaya oturmaya razı oldu. Dün ayağımızı yere sağlam bastığımız gibi yarın da yumruğumuz, masada sağlam olmalıdır. Bu sözümüze "masa, yumruk gösterme yeri değildir" diyerek itiraz eden olabilir. Doğrudur; ancak, söz, bazen yumruktur. Diğer yandan; masaya oturmak her şey değildir. Bu haksızlıklar var oldukça ve karşı taraf da insafa gelmedikçe ihtilaf devam edecektir. Devam edince de günlerden bir gün, senelerden bir sene hesaplaşma olur.
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.