DÎVÂN-I ÂLİ, ŞÛRA-YI DEVLET

A -
A +
 
AYM-Anayasa Mahkemesi ve idam cezası, 50-60 yıldır farklı aralıklarla ülke gündeminde tartışılmaktadır. MHP Genel Başkanı Sn. Devlet Bahçeli’nin her iki mevzua dair teklifi ve Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın da verdiği destekle bu mevzular, tekrar gündeme oturdular.
AYM, bir müessese olarak adli yapımız içinde olmalı mıdır? Evet olmalıdır. Hemen her hukuk devletinde de vardır. Ne var ki Anayasa Mahkemesi’nin Türk hukuk teşkilatı içinde yer alması talihsiz bir takvimle olmuştur. AYM, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra hayatımıza dâhil olmuştu. Müessese, kendi hâliyle masumdur. Lakin onu getirenler, hukukumuzu zenginleştirmek, adaletimize yüksek hassasiyet kazandırmak niyetiyle getirmediler. 27 Mayıs darbecileri ve onları destekleyen, teşvik eden, birlikte olan zihniyet AYM’yi TBMM’nin Danıştay’ı da Hükûmetin başına jandarma olarak diktiler. Darbe yapmış; DP-Demokrat Parti Hükûmetini devirmiş, ısmarlama Yassıada Mahkemesiyle Başvekil ve iki Bakanı astırmışlardı ama arkada o mağdurları seven bir millet vardı. Bu millete güvenilmezdi. Artık açık oy gizli tasnif gibi sandık hileleri de mümkün değildi. Seçmenin yasaklanmış olan DP’nin yerine kurulacak muhafazakâr bir partiye de teveccüh edeceğine şüphe yoktu. Bu müstakbel tehlikeyi önlemek maksadıyla hem AYM’yi kurdurmuş ve hem de Danıştay tekrar görevlendirilmişti. Nitekim DP’nin saklı-gizli şekilde devamı olan AP-Adalet Partisi hükûmetlerine hem AYM ve hem de Danıştay eliyle kan kusturulmuştu. AYM iptalleriyle Meclis köstekleniyor, hemen her AP Hükûmet icraatı, Danıştay’a gidiyor ve iktidar muhalifleri ne istiyorlarsa öyle karar çıkıyordu. İktidar, neredeyse odacı bile tayin edemiyordu. Bu durum 1965-1980 arası aynen böyle cereyan etti. 12 Eylül 1980 ise başka bir darbeydi. Onunla da bir başka bir vesayet ve tahakküm başladı. Bundan dolayı AYM de Danıştay da toplumda daima tartışıldı. Öyle ki 1996/97’lere geldiğimizde bile bu tartışma ve rahatsızlıklar devam ediyordu. Biz bu tarihte TGRT’de program yapıyorduk. O programlardan birinde hukukçu, siyasetçi ve fikir adamları davet ederek AYM’yi gündeme taşımıştık.
Şimdi adı geçen mahkemeler bir kere daha tartışılmakta. Hâlbuki dört başı mamur sivil bir Anayasa yaparak anayasa ve ona dayanan kurumlar, darbelerin nükleer artıklarından kurtarılabilirdi. 12 Eylül eseri 1982 Anayasasında 27 Mayıs mahsulü 1961 Anayasasının tesiri yoktur denemez. Bu 1982 Anayasası o kadar çok değişti ki sayısını bilmek çok zor. Bu kadar değişiklik bir defalık yeniden anayasa yapmanın yerini alamaz. Kuvvetler ayrılığı esastır. Lakin kuvvetler çatışması da olmamalı. Yamalı bohçaya dönmüş bir anayasanın müesseseleri ister istemez çekişme ve çatışmaya yol açacak kararlara varabilmekteler. Bundan dolayı AYM’nin devlet mekanizmasıyla ahenkli çalışacak bir yapıya kavuşturulması istenmekte. Doğru olan 2023’e girerken, Büyük Türkiye safhasına geçerken yepyeni bir Anayasa yapabilmekti.
Devlet Bahçeli’nin AYM için Divan-ı Âli tabirini kullanması ise bu yüksek mahkemeye bir mazi kazandırma niyetinden olsa gerek. "Dîvân-ı Âli’’ bir buçuk asır evvel 1876’da kurulmuştu. Bugünkü AYM’nin Bakanları, yüksek memurları vs. muhakeme eden "Yüce Divan’’ vazifesini yapıyordu. Günümüzde Moğolcadan kırma bir Türkçe ile "Danıştay’’ denen "Şûra-yı Devlet’’ ise 1868’den beri mevcuttu.
Parlamenter düzen yerini Cumhurbaşkanlığı düzenine bıraktığına göre bu yeni sistemle kurumların tam ahenk içinde çalışması gerekir. Bunu yapmak asla kuvvetler ayrılığını terk, yargı bağımsızlığını ihmal değildir. Tabiî ki hem "Dîvân-ı Âli’’ye ve hem de "Şûra-yı Devlet’’e ihtiyaç vardır. Ancak, ihtiyaç olması onlara dokunulmazlık hakkı kazandırmaz. Bunlar, geçmiş iyi-kötü tecrübelerden de istifadeyle daha olgunlaşmalıdır. Kişiler gibi kurumlar da devletin âli menfaatlerinin üstünde değildir…
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.