ÇORAP SATAN ÖĞRETMENDEN İTİBARLI MESLEK SAHİBİNE!

A -
A +

Hükûmetin son zamanlarda hayata geçirdiği hamlelerden en kıymetlisi öğretmenlere dair olanlardır diye düşünüyoruz.

İçinde bulunduğumuz yıl içinde "Öğretmenlik Meslek Kanunu" çıkarılacak. Milyonlarca öğreticinin daha evvel bir kanunları yok muydu? Olsa bile yeterli değildi, tatmin etmiyordu. Bu sahada eğitim fakültesi-edebiyat fakültesi, sözleşmeli, ders ücretli öğretmen gibi ayırım, zorluk ve sıkıntılar var. Çıkarılacak kanundan ümitliyiz. Tahmin ediyoruz ki bu kanun öğretmenlerin meslekî ve şahsî mes’elelerine köklü çözümler üretecektir. Öyle de olmalıdır.

Daha haberin duyulduğu ânda bu meslek mensuplarının "Öğretmen", "Uzman Öğretmen" ve "Başöğretmen" şeklinde üç ayrı kısma ayrılacakları açıklandı. Bu açıklamalar olurken Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, akademisyenlere "N’olursunuz; gelin orta öğretim okullarımızda müdürlük yapın!" diye dil dökmüştü.

Bu çağrı, fevkalâde isabetli fakat iç burkucudur:

Ülkenin Cumhurbaşkanı, bu ülkenin imkânlarıyla unvan sahibi olmuş akademisyenlere neden ricacı olsun? Hatta neden sadece müdürlük teklif edilmekte? Dr., Doçent ve Prof. da öğretmen değil midir? Onlar da öğreten insanlar olduklarına göre pekâlâ orta ve liselerde öğretmenlik yapabilirler. Müdürlük zaten yapmalılar. Buna dair de bir kanun yapılabilir veya Öğretmenlik Meslek Kanunu’nda bununla ilgili müstakil madde olabilir. Meselâ akademisyenlere meslek hayatlarının asgarî onda biri kadar bir süre ortaokul ve liselerde öğretmenlik ve müdürlük mecburiyeti getirilebilir. Buna karşılık imkân ve fırsatlar da tanınabilir. Bu vazifeye kendisi re’sen talip olanlarla asgarî hizmet süresinin üstünde çalışmak isteyenlere ek imkânlar verilebilir.

Öğretmen ne kadar iyi yetişmiş, kendini yetiştirmiş ve donanımlıysa yıllar ve yıllar boyu eğitim verdiği çocuk ve gençler de o denli olgun olur. Talebeye asıl fayda ilk ve orta dereceli mekteplerde verilmektedir. Üniversiteye gelen bir genç, zaten aşağı-yukarı fikren belli bir yere oturmuştur. Bundan dolayı öğretmenliği ve öğretmelerin sahip olmaları gereken imkânları kıymetli buluyoruz. Hep, gençlerimizin diğer dünya gençleriyle yarışmalarını konuşur ve bekleriz. Ancak onlar gibi o gençlerin öğretmenleri de gelişmiş dünya devletlerindeki öğretmenlerle yarışacak çapta olmalılar. Bu da desteklenmeleriyle mümkündür. Bir atasözümüz ‘Kem âlâtla kemâlât olmaz!" der. "Kötü âlet veya kifayetsiz imkânla istenen sonuçlar alınamaz!" anlamında.

2000 yılından önceki çok uzun yıllarda öğretmenlik, âdeta gözden düşmüştü. Maaşları çok azdı. Bu maaşlar yetmiyordu. Hele büyük şehirlerde vaziyetleri perişandı. Bir öğretmenin tayininin büyük illere çıkması mükâfat değil, âdeta ceza oluyordu. Geçinebilmek için ek iş yapıyorlardı. Ek iş bulamayanlar, seyyar satıcılık yapıyorlardı. O kadar ki öğrencileri öğretmenlerini sokakta çorap, tarak vs. satarken görebiliyorlardı. Bunu fark eden öğretmenin hâlini düşünmek lâzım. Evet; ayıp değildi ama buna mecbur kalmamalıydı. Üstelik bu ek işler ve seyyar satıcılıklardan dolayı ertesi gün sınıfa yorgun ve uykusuz gelebiliyorlardı. Hâlbuki eğitimcinin kendini her güne yenilemesi gerekir.

Öğretmenlerin sosyal manzaraları bu olunca mesleğin itibarı da düşmüştü. Üniversite imtihanlarında "hiçbir yeri kazanamazsam bari öğretmen olurum!" mantığıyla öğretmenlik tercihi işaretleniyordu. Eğer; 30, 40, 50 sene önceden, hatta çok önceden başlayarak öğretmene en iyi maaş verilse onlar da kendi bütçesiyle evini, arabasını alabilse, tatilini yapabilseydi bu seviye, seçme beyinleri mesleğe kazandıracak, kazanılmış olanlar kaçmayacak ve neticede bu milletin evlâdları ve topyekûn millet ve devlet kazanacaktı.

Onun için öğretmenlere dair dört başı mamur bir meslek kanununun çıkması değerlidir. Meslek içi eğitimlerinin artması takdire şâyandır.

Ayrıca… üniversitelerden orta ve liselere akademisyenlerin gelmesi gibi öğretmenlerin yüksek lisans ve doktora yaparak dikey yükselmelerinin özendirilmesi, bunun yolunun açılması da çok yerindedir. Yüksek lisans ve doktorasını yapmış öğretmenlere maaş ve unvan yükseltmesi yapılabilir. Diğer taraftan akademik unvana kavuşan öğretmene de öğretmenlikte 5 yıl vazife yapma gibi süreye bağlı fakat ilave maddî imkânlar tanıyan mecburiyetler de getirilebilir.

Farkında olunsun veya olunmasın; her alanda yüz yıllık tashihler, düzeltmeler yapılmakta. Yazımızı bitirirken temas edeceğimiz şu mevzu, belki bazılarınca yadırganır ama üzerinde düşünmek medeniyet temelimiz cephesinden çok mühimdir. Bizde "muallim" denirken Azerbaycan, Balkanlar, Kırım ve Türkistan’da, yani Türkçe konuşulan her yerde "muallim" ve "muallime" deniyordu. Bugün Azerbaycan ve birçok yerde yine öyle deniyor. Bizde ise kelime "Penceresi cam cama muallim!" diye türkülere bile girmişken tıpkı kelimeler gibi, tıpkı başka isim, müessese ve unvanlar gibi değiştirilerek "öğretici" de değil "öğret-men" yapıldı. Latince ekolden okulda ders veren insana böyle dendi. Bunlar geçmişimizin yığınla mes’elelerindendir. Mazi, tesbit, tahlil edilir, ders çıkarılır. Tarihle kavga olmaz. Sosyal kanunlar, fikrî muntazamlıklar zamanla hükmünü icra eder, su yolunu bulur. Aslolan unvan değil, onun içinin dolmasıdır.

Akıldan çıkarmamalı ki "Marifet iltifata tabidir, iltifatsız meta zayidir!"

Utanarak çorap satma mecburiyetinin olduğu günlerde nice bin öğretmen meslekten soğuyup gitti. Eğitim kurumlarımız ilk 100’de, ilk 10’da vs. yer alamıyorsa onun sebebi buralardan başlıyor.

Ebeveynden sonra insan üzerinde en müessir; ek kalıcı etkisi olan varlık öğretmendir. Bu güzel insanlara dair yapılacak iyileştirme ve düzenlemeleri çok değerli buluyoruz. Başta "Hâce-i kâinat" yani kâinatın Hocası, Öğretmeni unvanlı Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselâm- olmak üzere üzerimizde hakkı bulunan bütün muallim ve muallimelerimizi kalbî şükran ve rahmetlerle yâd ediyoruz.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.