BABA

A -
A +

Sovyetler Birliği, dağıldıktan sonra peyki devletlerin çoğunda başta kalan kişiler zaten Sovyet yetiştirmesi insanlardı.
150 yıldır Çarlık ve SSCB işgali altındaki Kazakistan’da bağımsızlığa kavuştuktan sonra herkes, vaziyetten uzun müddet memnun şekilde yaşadı.


Halkın demokrasi talebi yoktu; çünkü çok partili hayatı, seçimi… bilmiyordu. Vatandaş, hürriyetine, memleket istiklaline kavuşmuştu. İnsanlar, serbestçe ticaret yapma, iş yeri kurma, baskı görmeden ibadetini eda etme haklarını elde etmişti. Komünist rejimden kurtulmuşlardı. Bunlar, yetiyordu…


Ne var ki bir zaman sonra gözler açıldı. Memleket gelişiyor, yabancı yatırımlar geliyor, yurda para akıyor, ciddî mânâda petrol ihracatı oluyor ama vatandaşın bunlardan bir istifadesi olmuyordu.
Bu paralara ne oluyordu?


Cevabı şuydu:
Kazakistan’a akan bu paralar, off-shore yollarla dönüp-dolaşıp Başkan ve ailesine geliyordu. Şu gün Kazakistan’dan en yüklü petrol ithal eden bölge, Bermuda Adalarıdır. Bu küçük ülke, bu kadar fazla petrolü ne yapabilir?


Hadise şudur:
Kazakistan’ın 1 numaralı ismimin off-shore şirketleri buradadır. Petrol, Başkan’ın şirket veya şirketlerine ucuz fiyatla fatura edildikten sonra asıl kıymetiyle üçüncü devletlere satılmakta yüksek kâr da her defasında Başkan ailesine kalmaktadır.
Komünizmin 70 yıllık yıkıcı etkisinden kurtulan millet, zamanla bu dönen çarkı gördü. Ve alttan alta öfkeler birikti. Bir şey daha görüldü. Ülkedeki şirketlerin yüzde 70’i de ailenin elindeydi. Halk, bunların hepsini zamanla gördü… Bu arada birçok yolsuzluklar yaşanıyor, fakat millet sesini çıkartamıyordu.


Kazakistan’da 30 sene boyunca devleti yönetmiş olan Nazarbayev’in unvanı “Baba” idi. Kazaklar şunu diyorlar:
-Sonunda bir de baktık ki Baba, evlatlarından ziyade kendine çalışmış!
Gerekçe şuymuş:
-Mali bakımdan kudretli olursam yerimi ve milletimi koruyabilirim!..


Komünizmin silindirlerinden geçmemiş yeni nesiller yetiştikten sonra bu gidişat sorgulanmaya başlandı. Denilenler şöyleydi:
-Siyasi partiler kurulsun, serbest ve âdil seçimler olsun, milletin geliri dürüst şekilde paylaştırılsın, yolsuzluklar son bulsun!..
Bu meyanda 15 sene kadar evvel 2 siyasi parti kurulmuş fakat her ikisinin de lideri faili meçhul olan cinayetlerle ortadan kaldırılmıştı.
Millet, artık bunların ne anlama geldiğini biliyordu. Devlete hâkim unsur güçlüydü. Diğerleri ya susmak zorundaydı veya yok olmaktaydı. Başkan, tam hâkimdi. İma ile bile muhalefet mümkün değildi.


Baba, yorulunca yerine güya birini Başkan yaptı… Böylece gölge Başkan Tokayev’le rejim devam edecekti ve öyle de oldu. 1 Numara değişmiş fakat çarklar aynıydı. Yeni 1 numara icraat olarak öncelikle Baba’nın heykellerini her şehre dikiyordu.
Artık sabırlar taşmak üzereydi.


Sabrı taşıran kararsa yılbaşındaki LPG zamları oldu. Bir çöl şehri olan Canaözen’de halk, 2 Ocak’ta meydanlara döküldü. Çöl insanı çabuk asabileşebilmektedir. Bu sert ve asabi insanların eylemi ertesi gün büyük şehirlere sıçradı. 


Şu var ki akaryakıt zammı olmasa bile bu sosyal infilak bir başka şekilde yine yaşanacaktı.
 

Avrupa ve Amerika’da okuyan, TV, internet ve sosyal medyadan dünyayı takip eden yeni nesiller, bu düzenin böyle gitmemesi gerektiğine inanmışlardı.


Canaözen’den bir sonraki akşam Almatı’da 50 bin kişinin bir araya gelmesiyle kendiliğinden bir miting oluştu. Konuşmacılar, hiçbir taşkınlık yapılmamasını tembih ediyor ve “şiddete müracaat etmeden sesimizi duyurmalıyız!” diyorlardı.


Almatı Mitingi’nin benzerleri, 10’a yakın şehirde tekrarlandı. Manzarayı gören emniyet mensupları, çok yerde miting yapan halka dâhil oldular. Buna rağmen halkla polis arasında arbedeler yaşanmadı değil. İki taraftan ölenler bile oldu. Ne var ki başlangıçta yağma, çapul, talan yoktu. Gösteriler devam edince bunlar görülür oldu.


Bu vaziyet karşısında Cumhurbaşkanı’nın askeri devreye sokması gerekiyordu. Lakin böyle yapmadı. Silahıyla birlikte kışlasından çıkan askerin halkın safına geçmesinden kaygı duyulmaktaydı. Zira polisler bunu yapıyordu.


Millet, 3 gün boyunca kendi askerini bekledi. Ne var ki asker görülmediği gibi polis de görünmez olmuştu. Hâlbuki ortalığı; dehşet saçanlar, yağma yapanlar, hırsızı-uğursuzu doldurmuştu. Kendi ordusunu görevlendirmeye Başkan, Kolektif Güvenlik Teşkilatından yani hakikatte Rusya’dan, Putin’den yardım istedi…

Başıboşluğun hüküm sürdüğü bu 3 günde dükkânlar yağmalandı, bankalar soyuldu, ölenler oldu. Çağrılan yabancı asker, stratejik yerleri yerli asker de asayişi korudu.


“Dışarıdan 20 bin kişilik talimli terörist geldi; biz de tecrübesi olan devletlerden yardım isteyerek olayları yatıştırdık!” iddiası asılsız bir müdafaadır. Kırıp-dökmeler, talan ve soygunlar, devlet, ortalığı sahipsiz bıraktığı için gerçekleşti…


Bu müessif hadiselerden sonra iki kişinin eli güçlendi:
“Nümayiş ve kargaşayı durduran lider” olarak Tokayev ve ona yardım eden olarak da Putin. Putin, müdahale için Beyaz Rusya’da geç kalmıştı. Kazakistan’da ise vaktinde harekete geçti. Gösteriler, 2 gün daha devam etse yönetim düşerdi. Putin’in yardım için hangi tavizleri kopardığı gerçeği ise ileride ortaya çıkar.


Neticede Kazakistan’ın ilk çok partili sisteme ve demokrasiye geçiş talebi, kanlı bir şekilde bastırılmış oldu. Fakat halkın gözü açılmıştır. Rusya, Moskova’nın adamları ve Rus nüfuzu kaybedecektir…


Kazakistan’daki inanılır ve güvenilir dostlarımızın özetlemiş olarak tespitleri böyledir.


Ankara, meseleyi çok yönlü olarak masaya yatırmalıdır. Bu dramın diğer cephelerine daha evvel temas etmiştik. Bu da Kazakistan içinden yerli ve millî bakıştır.


Türkistan’ı bir kere daha Rusya’ya kaptıran Türkiye’nin Kızılelma’ya çıkan yolu kapanır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.